Doğurganlık hızımızın düşmesi 'felaket' mi?
Kadının toplum içindeki statüsünü oluşturan eğitime, istihdam ve çalışma yaşamına, siyasete ve karar verme mekanizmalarına katılma ve sağlık hizmetine erişimleri sağlıklarının önemli belirleyicileri.
Türkiye’de toplam doğurganlık hızı her geçen yıl düşüyor. 2001’de 2,38 olarak kaydedilen oran, 1,51’e kadar geriledi. Nüfusun kendini yenileme eşiği 2,1’in altındayız.Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a göre bu tablo, Türkiye açısından ‘varoluşsal bir tehdit, bir felaket’.
Toplam doğurganlık hızı, kadının doğurgan döneminde (15-49 yaş) doğurabileceği çocuk sayısı anlamına geliyor. Toplumun yenilenme düzeyi için bu oranın 2,1’in altına düşmemesi gerekiyor.
Peki bizdeki bu düşüş eğilimi gerçekten büyük risk mi?
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Kadın-Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ayşe Akın, Diken’in sorularını yanıtladı.
Akın toplam doğurganlık hızındaki bu düşüşün yıllar içinde nüfusun azalacağı yönünde bir yanılgıya ve doğurganlığı teşvik eden söylemlere yol açmaması gerektiğini söyledi.
Türkiye’deki politikacıların telaşı ne?
Düşüşle nüfus artış hızı azalsa da sayısal olarak toplam nüfus artmaya devam ettiği sürece 2050’ye kadar sorun yaratması beklenmiyor. Türkiye’nin büyük bir genç yaş grubu var. Bu grup doğal olarak doğurganlığını devam ettiriyor.
Nüfusun (Suriye ve diğer göçmenleri de hesaba katmadan) 2050’ye kadar sürekli artacağını ve 100 milyon civarında durağanlaşacağını belirten Akın, şunları söyledi: “O dönemde bile doğurganlık düzeyi iş gücü yaratmada yeterli olacak. Evet yıllara göre Türkiye’de hem kadında hem de erkeklerde beklenen yaşam süresi giderek uzuyor ve bu aslında iyi bir durum. 2040’a kadar bizim yaşlı nüfusumuz yüzde 14. Birleşmiş Milletlere göre bu oran yüzde 15 ya da daha fazla olursa, yaşlanan nüfustan söz ediliyor.”
Şu durumda “Eyvah çok fazla yaşlı nüfusumuz var” demekten uzağız. Pek çok gelişmiş ülkede yaşlı nüfus oranı yüzde 25 civarında. Akın, “O halde Türkiye’deki politikacıların bu telaşı niye?” diye sordu.Malum Avrupa ülkelerinin bazılarında da benzer sorun var. Ancak onların bugünkü düzeyi neredeyse bizim iki mislimiz.
Akın’a göre Türkiye bu durumu 2050’den sonra tekrar değerlendirilmeli: “Hükumetin şu anda yapması gereken, yaşlanan nüfus için gecikmeden hastalık bakım gibi konularda akılcı etkili adımlar atması.”
‘Asıl amaç başka‘
“Tablo böyleyken iktidarın kadınların doğurganlığını teşvik etme söylem ve eylemlerinin başka bir amacı olmalı” diyen Akın şöyle devam etti: “Biz kadın konusuyla uğraşan bilim insanların endişesi var. Türkiye’de halen ciddi bir sorun olmadığı halde kadınların doğurganlığını teşvik etme söylem ve eylemlerinin başka bir amacı olmalı. Kadının biraz daha geri gitmesini sağlamak gibi… Bu bir paranoya değil. Çünkü Dünya Ekonomik Forumu’nun her yıl yayınladığı rapora göre, analiz edilen 146 ülke arasında toplumsal cinsiyet uçurum endeksinde Türkiye, 2022’de 124’üncü sıradayken bir yıl içinde beş basamak gerileyerek, 129’uncu sıraya düştü.”
Bu bulgu kadınların, insan haklarını eşit kullanmalarında ciddi bir gerilemeyi somut olarak ortaya koyuyor. Akın tespitlerini şöyle sürdürdü: “Kaldı ki, Türkiye’de yaşayan ve profesyonel gözle bakan bizlerin ve bana göre herkesin kadının cumhuriyetle kazandığı insan haklarında hızla geri adımlar atıldığını görmemesi imkansız. Tereddüttü olan eğitimdeki 4+4+4 sistemine baksın.”
Doğurganlığın düzenlenmesi hizmetleri ‘anne ve çocuk sağlığının aşısı‘ kabul ediliyor. Ülkemizde herkesin alması gereken en temel hizmetlerden biri olan doğurganlığın düzenlenmesi, kamu kurumlarında yeterince sunulmuyor.
Doğurganlıkla ilgili karar vermek (zamanı-sayısı-arası) bireyin insan hakkı. Bu kararı vermede üreme sağlığında esas yükü çeken kadının önceliği var. Kadın bedeninin demografik bir araç gibi algılanmasının doğru olmadığını söyleyen Akın, şu hatırlatmaları yaptı: “Doğurganlık tartışmaları kadınların üreme hakları korunarak ele alınmalı. Yani birileri ‘nüfus hızlı artıyor doğurma’ deme hakkına da sahip değil. Kadın, eşler bu konuda ne isterse ona karar verir ve gerçekleştirirler. Günümüzdeki amaç çok farklı. Aile planlaması hizmetinin sunulması özellikle birinci basamakta engellenerek kadın adeta istemediği, planlamadığı çocuğu doğurmak zorunda bırakılıyor. Unutmayın ki ülkemizde düşük (kürtaj) 10 hafta gebelik dahil yasal olduğu halde fiilen engellenerek, kadınların sağlıksız koşullarda düşüğe baş vurmasına yol açıyor. “
Halk sağlıkçılar uyarıyor: Kadının statüsü geriliyor
Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) Toplumsal Cinsiyet, Kadın ve Üreme Sağlığı Çalışma Grubu konuyla ilgili değerlendirmesinde şu konulara dikkat çekiyor:
*Türkiye’de son yıllarda kadınların toplumdaki statüsü geriliyor. Dolayısıyla kadın sağlığının korunması ve kadınların güçlenmesinin önünde ciddi engeller bulunuyor.
*TÜİK 2023 verilerine göre, okur yazar olmayan kadınlar, erkeklerin beş katı kadar. İstihdama katılım oranı kadınlarda yüzde 30.4 iken erkeklerde yüzde 65. Nüfusun yarısını kadınlar oluştursa da beş milletvekilinden birinin kadın milletvekili olması, kadınların karar verme mekanizmalarına katılımlarının erkeklere göre geri planda olduğunu gösteriyor.
* Anneler hala önlenebilir nedenlerle ölüyor. Yüz bin canlı doğumda 12.6 olan anne ölüm oranı, çok uzun süredir bu sayılar etrafında plato çiziyor. Bu konuda çaba olsaydı, sayılar düşerdi. Anne ölüm oranı Covid-19 pandemisi sırasında yüz bin canlı doğumda 19’a çıkmıştı.
*Her yüz kadından 12’si gebelik istemediği halde gebeliği önleyici yöntemle korunamıyor. Önceki beş yıla göre bu oran iki katına çıktı. Doğurganlığın düzenlenmesine yönelik hizmetler güvenli annelik programının da bir parçası. Temelinde de kadın-erkek eşitliği olduğu unutulmamalı.
@mesudedemirr
https://www.diken.com.tr/