İnci Taneleri, dansın senaryoya katkısı ne?
Uzayan dans sahnelerinin, birçok izleyiciyi eğlendirmesinin ve dizinin reytinglerini arttırmasının ötesinde bir katkısı var mı?
Dans, izleyiciyi öyle bir baştan çıkarır ki onsuz senaryo işlemez. Örneğin, Mert Baykal'ın yönettiği dizi Fi'de dans başroldedir. Dans provaları üzerinden biz hikâyedeki karakterlerin hırslarına, kıskançlıklarına, tutkularına şahit oluruz. Konservatuar öğrencisi Duru'nun (Serenay Sarıkaya), müzisyen sevgilisi ve psikiyatrist komşusu ile fırtınalı ilişkisi, koreografiye yansır. Aşk üçgeni, genç balerinin dengesini sarsan bir danstır. Toplu saçları ve vuran bale ayakkabıları, sıkışmışlığını resmeder. Fi, bir sarmaşık gibi hikâyeyi sarıp sarmalamış dans sahnelerinden bağımsız düşünülemez.
Peki pavyonda çalışan Dilber'in (Hazar Ergüçlü) dansları, Şenol Sönmez'in yönettiği ve Yılmaz Erdoğan'ın senaryosunu yazdığı İnci Taneleri'ni zenginleştiriyor mu? Uzayan dans sahnelerinin, birçok izleyiciyi eğlendirmesinin ve dizinin reytinglerini arttırmasının ötesinde bir katkısı var mı? Dilber'in dansı, ne karakter gelişimini ne de hikâyenin akışını etkiliyor. Oysa Dilber, yaşadığı türbülansı dansıyla sahneleyebilirdi. Kıyafetlerinden aksesuarlarına kadar her detay, gülüşünün ardındaki derinliği hissettirebilirdi. Dans, senaryoya öyle bir entegre edilirdi ki yokluğunda dizinin karakterleri, mekânları ve temaları âdeta inci taneleri gibi dağılırdı.
Ne yazık ki pavyon dansçıları, sahnede varlıkları kadar yoklar. Dilber dışındakilerin hayat mücadelelerine pek yer verilmiyor. Hâlbuki sahneye çıkmak için hazırlanan dansçıların birbirleriyle olan diyalogları, iç dünyalarını yansıtabilir. Konuşmalar, Dilber'in Azem Hoca'ya (Yılmaz Erdoğan) duyduğu ilginin ötesine gidebilir. Kadınların aşktan daha önemli meseleleri olmalı.
Sorun, diziye eril bakışın hâkim olması. Cezaevinden yeni çıkan bir edebiyat hocası, çevresindeki kadınların kusurlarını tespit edip düzeltiyor. Azem, sürekli akıl vermenin bir "meslek hastalığı" olduğunu fark etse de kadınları eğitmeye kararlı. Zengin, sarışın, tahsilli Piraye'nin (Selma Ergeç) anneliğini eleştirirken aynı otelde kaldığı Dilber'in yalancılığını yüzüne vuruyor. Nasıl oluyorsa Azem, farklı yaş ve meslek gruplarından kadınların gönlünde taht kurmuş. Kadınların, bir erkekten tam not almak için çevresinde pervane olmalarını üzülerek izliyorum.
Aile sevgisi görmemiş Dilber, kendisinden yaşça büyük bir erkeğin sevgisini kazanmak için çırpınıyor. Bir "şeytanın" kızı ve bir zorbanın karısı Dilber, güvendiği baba figürüne sığınır. Otelde tanıştığı Azem'in çamaşırlarını yıkamaya ya da onun istediği kitapları okumaya hazır. Çocuğunun hasretiyle içi sızlarken bir de sevdiğinin yaralarını sarmaya çabalar. Fakat Azem, elinde cetveliyle yargılayan hoca rolünden çıkamaz. Anne olduğunu kendisinden sakladığı için af dileyen Dilber'i, "Odana git." deyip gönderir. Neyse ki Dilber, Azem'in söylediği yalanları hatırlatarak ona unutamayacağı bir ders verir.
Bir edebiyat hocası, edebiyatın yalınlıktan geçtiğini bilmeli. "İnsanların telefonları vardı. Şimdi telefonların insanları var." gibi sosyal medyada maruz kaldığımız bilge laflar edebiyattan uzak.
Derinlik, sadelikte gizlidir.
İzleyiciyi etkilemek için duygu sömürüsüne gerek var mı? İkinci bölümün sonunda Dilber, pavyonda Hulusi Gökmeşe'nin "Gördün mü Yıllar Geçmiş" şarkısını dinlerken kocası Zahir, Azem'in otel odasındaki incileri bulur. Dilber şarkıcıya, Zahir (Mustafa Yıldıran) incilere uzun uzun bakar. Kader ve pişmanlık temaları, şarkı sözleriyle de vurgulanır. Karakterlerin çaresizliğini hâlâ göremediği düşünülen izleyiciyi Azem Hoca aydınlatır: "Bir tatsız emanet gibi sıkışıp kalır içimizde kızgınlık. Dışarı atsan bela, içerde tutsan ülser." Biz ülser benzetmesi olmadan da yaşanan acıları anlayabilirdik.
Azem Hoca'nın, "Eğer bir insanın evladı sağ salim yanı başındaysa geri kalan problemlerin hiçbir önemi yoktur." sözü bende kalacak. Çocuklarımıza öfkeyle değil, şefkatle yaklaşmamızı tavsiye ediyor. "Avaz avaz" bağırmanın faydasız olduğunu gösteriyor. İsyankâr öğrencisine ceza yerine şiir veriyor. Özel ders verdiği Ayça ile birlikte biz de "tabii ki de" dememeyi öğreniyoruz.
Fakat büyüklüğü ve yüceliği hem ismi hem soyadıyla vurgulanan Azem Yücedağ, diğer karakterleri gölgede bırakıyor. Yıllar sonra kavuştuğu oğluna, hoşlandığı Dilber'e, eczacı arkadaşına, öğrencisine aynı ifadeyle bakan öğretmen, hikâyenin bu kadar merkezinde olmamalı. Piraye ve Dilber, Azem'in çevresinde değil; senaryo bu iki kadının ve belki de Azem'in merhum karısının ekseninde dönebilir.
İnci Taneleri, tek kişilik gösteriden uzaklaşırsa ve dans sadece bir eğlence unsurundan çıkıp âdeta bir karaktere dönüşürse dizi hayat bulur.