Tüm kadınlara adanmış müstesna bir film

Bir ortak çocuğu paylaşamayan ayrılmış bir çift... İran'a dönmek ya da dönmemek ikilemi... Simba'dan Samani helvasına veya zerdeli pilava unutulmayan ağız tadımları... Alabildiğine feminist bir bakış; çağımızda hâlâ süregelen kadın düşmanlığına iç burucu bir yaklaşım

 

ŞEYDA

X X X



Ads by Kiosked

(Shayda)

Yönetim ve senaryo: Noora Niasari
Görüntü: Sherwin Akbarzadeh
Oyuncular: Zar Amir Ebrahimi, Jillian Nguyen, Leah Purcell, Mojean Aria, Lucinda Armstrong Hall, Rina Mousavi, Osamah Zami, Eve Morey, Liam MacCarthy, Selina Zahednia, Jerome Meyer, Luka Sero

İran- Avustralya- Alman ortak yapımı, 2024

 

İşte karşınızda farklı kültürlerden gelen, her şeyiyle belli bir özgünlük taşıyan bir film... Biraz uzun ve görece olarak yavaş olabilir. Ama kadın hakları ve sorunlarını ustaca deşen bu filmin özellikle hanımlara hitap ettiği de yadsınamaz.

İran kökenli Avustralyalı kadın sanatçı Noora Niasari'nin bu ilk filmi, ABD'de Sundance festivalinde prömiyerini yapmış, Avustralya'nın Melbourne uluslarası festivalinin de açılışında gösterilmiş bir film. Bu iki uzak kültürün birleşmesi filmin en ilginç yanlarından biri.

 

Temelde bir aşk hikâyesi bu... Ama bildiğimiz aşklardan değil... Bir anneyle sadece altı yaşındaki küçük kızının inanılmaz sevgisi, bağlılığı... Kaderin İran'dan Avustralya'ya attığı ailede, kocası Hossein (ama isterseniz biz Hüseyin diyealim); evet, Hüseyin Avustralya'da tıp okuyup doktor olmak ve sonra anavatanına dönmek arzusunda... Ama öylesine sert ve maço bir karakteri var ki, karısı ona karşı boşanma davası açmış. Ve kızı Mona'yla birlikte bir Kadın Sığınma Evi'ne geçmişler. Başında nazik bayan Joyce'un bulunduğu bir koruma kurumu... Shayda'nın -ki ona da gelin daha iyi Türkçe olarak Şeyda diyelim; ki zaten filmin adı da öyle olmuş- daha filmin başında beliren bir korkuya sahip: hain kocasının küçük kızını alıp Tahran'a dönmesi... Tam o sırada Fars kültürünün değişmezlerinden ve yeni yılı kutlama seremonisi olan Nevruz'un zamanı olmasın mı? 

Ama Hüseyin gerçekten de son derece kötücül biridir. Yıllar sonra, üstelik ayrılmak üzere olduğu karısına bir tecavüzü vardır ki, gözünüzden yaş getirir. Bunu yaparken de şöyle der: "Seni tekrar hamile bırakayım da, o zaman gel boşan bakalım!" Bu arada annesi Şeyda'yı telefonla arayıp damadını savunmayı dener. "En azından iyi bir baba", "Ama yakında doktor çıkacak" gibi laflarla... Ancak bu yürek sahibi İranlı kadın hiçbir şeyden vazgeçecek değildir. Taa Kanada'dan gelmiş bir İranlı yakışıklı ile ilişki umudu doğsa da... O artık yeni bir erkekle de değil, ancak kadın dostları ve en çok da kızıyla mutlu olabilecektir.

Filmin kültür ve dil yanı biraz karışık. Kimi konuşmalar Farsça, kimi zamansa İngilizce... Bazen Farsça bir konuşmanın veya metnin ancak İngilizcesi söylenince, biz de çıkan Türkçe altyazıyla onu anlıyoruz! Ama ne gam... Yazar-yönetmen Niasari'nin vaktiyle yine Avustralya'nın Brisbane kentinde göçmen olan annesinin yaşadığı macera öylesine inandırıcı ve güçlü biçimde ekrana yansımış ki... O elbette hikâyenin Mona'sı imiş. Ama böylesine bir serüven hiç unutulur mu? Ayrıca Melbourne TV'sinden yansıyan görüntülerle dans eden tüm bir aile; ülkelerinde asla yapamayacakları eğlencelere bir gece kulübünde katılan İranlı kadınlar... Gerçekten etkileyici.

Ama en önemlisi, dediğim gibi, o büyük sevgi. Küçücük çocuğuna hayat dersleri verirken, öncelikle "Ben korkmuyorum" demeyi öğretmek... Bir ortak çocuğu paylaşamayan ayrılmış bir çift... İran'a dönmek ya da dönmemek ikilemi... Simba'dan Samani helvasına veya zerdeli pilava unutulmayan ağız tadımları... Alabildiğine feminist bir bakış; çağımızda hâlâ süregelen kadın düşmanlığına iç burucu bir yaklaşım. Yer yer naif diyaloglar; Mübarek Nevruz deyişleri...

Ama, dedim ya; en önemlisi o yoğun ana-kız sevgisi. Tam bir tutkuya dönüşen... Şeyda'da Zar Amir Ebrahimi kusursuz bir oyun veriyor. Ve birçok sahnede sanki gözleriyle oynuyor. Küçücük Mona'da ise Selina Zahednia son zamanlarda -belki tüm zamanlarda- perdede gördüğümüz en başarılı çocuk kompozisyonunu sunuyor. Belki tüm kötülüğü içinde bizleri kendisinden o denli nefret ettirmeyi başardığı için Hüseyin'i oynayan Osamah Sami de anılabılır.

NOT: Sevgili okurlarım,

Her yaz olduğu gibi, bu yaz da kendime ailemle birlikte iki aylık bir tatil zamanı ayırıyorum. Devam edebilmek için böylesi gerekiyor. Demek ki bir süre film göremeyeceğim ve yazamayacağım. Ağustos sonlarına kadar...

Sadece Milliyet-Sanat'ta yazdığım Sinemanın Hazineleri yazılarını önceden yazıp verdiğim için, onlar aksamayacak. Sonrasında inşallah yeniden buluşacağız. Yepyeni kitaplarımla birlikte...

Hepinize iyi tatiller...
 

Atilla Dorsay

aldorsay@yahoo.com