Atatürk'ün devamlı ve yaratıcı çalışması dolayısıyla az uyku uyuduğunu birkaç misalle tespite çalışacağım: Atatürk'ün uyanık geçirdiği zamanla uykuda geçirdiği müddet karşılaştırılmayacak kadar farkIıdır. Atatürk'ün bir insan ömrüne sığmayacak kadar zengin olan mesaisini sınıflandırarak ayrıntılı olarak anlatacak değilim. Atatürk'ün durmayan, dinlenmeyen yıpratıcı çalışma tarzının ayrıntısı bu yazıya sığmaz.
Ben yalnız Atatürk'ün içinde bulunduğu vaziyet ve hadiseleri sınıflandırmadan ve ayrıntılı izahına girmeden, umumi mesaisi içerisinde pek azına temas ederek çalışması uğrunda ne için ve ne derece kendini feda ettiğini özetleyeceğim. Atatürk'ü yakından tanıyanlar pek iyi bilirler ki yirmi dört saatlik hayatını hiçbir zaman bir programa sığdıramamıştı. Zaten onun maruz kaldığı hadiseler, zamana bırakılamayacak kadar ani karar ve uygulama gerektirdiklerinden, bir programlı hayat sürmesine müsaade etmemişlerdi.
Bununla beraber zaman ve mekân müsait olduğu ve memleket ve millet işleri yoluna girdiği devirde de o, yine çerçeveli bir hayata giremedi. Cesaretle söyleyebilirim ki, Atatürk'ün yaradılışı da buna mani idi. Ölünceye kadar kendi kendinin polisi olan Atatürk, ikametgâhlarında, seyahatlerinde, gezintilerinde, halk arasına serbest girip çıkmasında da bir programa tâbi değildi.
Muharebelerde olduğu gibi cari devlet işlerinin, ehemmiyetlerine göre gece veya gündüzün her saatinde kendisine sunulmasını isterdi.
Uykunun dostu değildi. Zaman zaman geçirdiği kısa hastalıkları hariç, sabah güneşini görmeden yatağına girmez ve uyumazdı.
Çoğunlukla uykuda geçirdiği zamana acırdı. Bir defa bana demişti ki:
"Hayat pek kısa. Çocukluk ve mektep hayatın bir kısmını alıyor. Geriye kalanı ise uyku, yarıya indiriyor. Uykusuzluğu giderecek ve vücuda verdiği İstirahat gıdasını verecek haplar icat edilse... Bir gün o da olacaktır. Nitekim tıp bilimi, kimya, uyutmak için pek güzel ilaçlar yapmışlardır.” Gülerek ilave etmişti: "Bunu daha genişletebiliriz. Orduların iaşeleri de bir gün hap haline girebilir. Aylık erzakını erler çantalarında taşıyabilir. Yalnız cephane nakliyatı işi kalır. O da motorlu vasıtalarla tamamlanır, böyle bir ordu neler yapmaz?”
Daima dinç ve uyanık tutmaya çalıştığı asap ve enerjisi de onu uyutmazdı.
Bereketli sofrası, bazı geceler uzun sürerdi. Her gece değişen davetlilerin bir kısmı her zamankilerin haricinde maruz kaldıkları bu vaziyet karşısında yorulurlardı.
Arkadaşların tahammüllerinin tükendiğini gözlerinden anlayan Atatürk, tuzlu leblebisinden veya şamfıstığından birkaç tane verir, uykusunu giderirdi. Daha yakın olanları yüzlerini yıkamaya sevk ederdi.
Yalnızca ertesi sabah erkenden işi başında bulunacak olan hükümet ileri gelenlerinin diledikleri zaman sofradan ayrılmalarını daha evvelce emreder ve böyle bir hareketi pek yerinde bulurdu.
Alkolün etkisi altında kalanlara da fazla rahatsız olmamaları için hemen izin verirdi. Esasen sarhoşluktan hiç hoşlanmazdı.
Muharebe sahalarında bulunduğu ve bilhassa bir muharebenin devamı sıralarında geceleri katiyen uyumazdı. Nispeten sakin geçen siper muharebeleri esnasında bile gayet tetikte yatmak kaydıyla seyyar karyolasına uzanır, denebilir ki bir gözü açık, bir gözü kapalı uyurdu. Sınırlı, küçük bir sahada orta şiddette bir piyade ateşi veya cephenin neresinde olursa olsun patlayan bir top veya atılan birkaç el bombası onu derhal ayaklandırırdı.
Karargâh nöbetçi erkânıharp zabitleri, atışların yerini ve muharebe durumunu iletmeye gittikleri zaman onu hep uyanık bulurlardı.
Atatürk, Kafkas Cephesi'nde Buğlan Gediği muharebelerine yetişme amacıyla otuz altı saat hayvandan inmeden cebri yürüyüş yapmış ve ayağının tozu ile gayet kritik bir vaziyete girmiş olan muharebe cephesinin emir ve kumandasını eline almıştı.
Düşmanın, ordumuzun bu cephesindeki tehlikeli, sürekli taarruzlarını durduracak ve düşmanın tüm kuvvetini üzerine çekecekti. Düşmanın gayet öldürücü muharebe faaliyeti Atatürk'ü üç gün ve gece uyutmamıştı.
Bir aralık dört beş saatlik bir zamanın sakin geçebileceğini düşünmüştü. Ben de bu kısa zamanda uyumasını ısrarla rica etmiştim. Vaziyeti takip edebileceğimden emin olarak yere serilen kalınca bir köylü keçesi üzerine uzandı. Ben kumandanımın yanı başındaki telefonlu çadırda harekâtı takip ediyordum.
Üç saat sürmeyen bu keçe üzerindeki istirahati esnasında her biri ayrı ayrı mana ve işarette olan sekiz emir verdi. Nitekim yine uyumamıştı. Büyük Harp'te emir ve kumandadan uzaklaştırıldığı zamanlar vaktini İstanbul'da geçirirdi. Günlerinin esaslı eğlencesini, ziyaretine gelenlerle ciddi meseleler üzerinde açık konuşmak teşkil ederdi.
Baş başa kaldığımız da çok olurdu. Bu gibi zamanlarda kendisini ziyaretten çekinenlere ziyarete giderdi. Hatta şahsen hoşlanmadığı fakat belki bir gün lazım olur düşüncesiyle işbaşı adamlarını da ihmal etmezdi.
Evinde sadeliği severdi. Basit fakat zevkli eşyasını bizzat tanzim eder ve simetrik olmaları için koltukları tutar, kaldırır, dilediği yere ve vaziyete koyardı.
Aktif olmadığı zamanlarında çoğu defa evinde haritalarını açar, gazetelerden alınabilinen cephe haberlerini inceler, resmi tebliğlerde gizlenen hakikatleri bulur, sabahlara kadar yalnız Türkiye'nin değil, müttefik ve düşman ordularının harekâtını incelemeye koyulur ve gelecekte ne gibi siyasi ve askeri vaziyetlerin doğabileceğini bulduktan sonra yatardı. 0 1917 yılının ilk aylarında Alman ileri gelenlerine mağlup olacaklarını söylememiş miydi?
Acı mütareke günlerinin uykusuzlukları devamlı olurdu. Hayatı azaplar içinde geçerdi. Hemen söyleyeyim ki o kasvetli günler zerre kadar maneviyatını sarsmadı. Aksine bu karanlık ve ümitsiz günlerde aziz milletin kurtuluş ve istiklal planlarını hazırladı.
19 Mayıs gününün doğan güneşiyle Samsun'a ayak basan Atatürk, Lozan Barışı'nın imzalanmasına kadar gece uykusu görmedi.
Kaynak: Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas (s.367-369)
YORUMLAR