1935 yılı yılbaşı akşamıydı. Şimdi Opera Binası olan Sergi evi Salonları tıklım tıklım doluydu. Herkes yeni yılı neşe ile karşılamak için âdeta birbirleriyle yarış ediyor. Saat on bir olmuştu. Bir haber bütün salonları elektrik cereyanı gibi dolaştı:
-“Atatürk geliyor.”
Evet, Atatürk baloya şeref vermek üzere otomobil ile Sergi evi’nin önünde durdu. Otomobilden indi. Ve ağır adımlarla büyük kapıya doğru yürüdü. Her zaman yanında olanlar, milletvekillerinden bazıları onu takip ediyorlardı. Hole girdiği zaman, birkaç garson paltosunu ve şapkasını almak üzere koştular. Fakat o, eli ile bir işaret yaparak onlara ihtiyacı olmadığını bildirdi. Ve vestiyere inen merdivene doğru yürüdü. Aşağı indikten sonra paltosunu ve şapkasını çıkararak memura verdi. Kendisine katılanlar soyunmakla meşguldü.
Atatürk yukarı çıkmak üzere merdivene doğru yürürken gözleri, orada bekleyen iki inzibat erine ilişti. Erleri yanına çağırarak sordu:
-“Burada ne bekliyorsunuz?”
Hiç ümit etmedikleri soru karşısında erler şaşırdılar. Bir tanesi tam cevap vermeye hazırlanırken Atatürk:
-“Anladım, dedi, siz de benim gibi buraya davetlisiniz.”
İnzibat erinin hayreti görülecek bir şeydi. Atatürk:
-“Peki, niçin hâlâ yukarı çıkmadınız?”
-“...?”
-“Haydi, kaputlarınızı ve şapkalarınızı çıkarın, vestiyere bırakın. Sizi bekliyorum.”
Erlerin ilk şaşkınlık anı geçmiş gibi idi. Hemen soyundular. Ve eşyalarını vestiyere bıraktılar.
-“Yalnız vestiyerdeki memura 25 kuruş vermeniz lâzım. Bunu unutmayın.”
Atatürk’ün bu sözü üzerine erler çantalarını çıkararak memura paralarını verdi.
-“Şimdi, dedi Atatürk, yukarı beraber çıkacağız. Fakat benim yanımdan bir karış bile uzaklaşmayacaksınız.”
Erlerden biri bu büyük insana nasıl hitap etmesi lâzım geleceğini düşündü. Kendisiyle konuşan insan gözbebeği gibi sevdiği atasıydı. Bir an içinde aklından binlerce kelime geçti. Fakat en sonunda, kendi gözünde en kıymetli insana hitap edebileceği en kıymetli kelimeyi buldu:
-“Emret Komutanım.”
Birkaç dakika sonra Atatürk kendisine hazırlanan masaya oturmuş, sağındaki ve solundaki koltuklara da erleri oturtmuştu.
Dünyanın benzerini görmediği bir tabloydu.
Atatürk, cebinden altın sigara tabakasını çıkardı. Ve erlere uzattı. Onlar sigaraları aldılar. Fakat yakmadılar. Bunun üzerine Atatürk sordu:
-“Niçin yakmıyorsunuz?” Sağındaki Mehmetçik cevap verdi:
-“Komutanım, izin verin, bu sigaraları senin ölmez bir hatıran olarak saklayalım.”
Atatürk bir saniye düşündükten sonra tabakasını tekrar uzattı:
-“Peki. Onları saklayın. Fakat şimdiki uzattıklarımdan için.”
Erler ikinci sigaraları aldılar, yaktılar.
Sonra yaverine işaret ederek kulağına bir şeyler söyledi. Yaver derhal Atatürk’e iki tane 100 liralık verdi. Atatürk hissettirmeden onları erlerin cebine koyduktan sonra sırtlarını okşayarak:
-“Türkün bir büyüğüne, kumandanına bağlılığı dünya yüzünde emsalsizdir.”
Bana döndü. Gözü yaşlı idi, sesi yumuşamış, halinde bir hüzün vardı:
-“Türk çocuğu beni bekliyor” dedi.
KAYNAK:
BANOĞLU, Niyazi Ahmet, Nükte ve Atatürk, Garanti Matbaası, İstanbul 1967, s. 293–296.
Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009
YORUMLAR