Transilvanya’nın Rozavlea Kasabasında dünyaya gelmişlerdi. Onlar dünyanın en geniş cüce ailesiydi.10 çocuk babası, aile reisi de bir cüceydi. Anneleri normal boydaydı. Kardeşlerin üçü normal, yedisi cüceydi. En küçükleri olan Perla 1921 yılında doğmuştu. 20. yüzyılın başlarında, Romanya’nın çok ücra bir bölgesinde yaşıyorlardı. İnsanın boyu sadece 75 santim olunca, bu dağlık bölgedehayvancılıkla uğraşmak, neredeyse imkânsız bir olaydı. Anneleri, çocuklarının gelecekleri konusunda sürekli olarak endişe duyardı. Onları yeteneklerine uyan meslekler seçmeleri için devamlı olarak uyarır ve desteklerdi. Onlara hep birlikte yapabilecekleri ve toplum dışına itilmeyecekleri bir iş sağlamak istiyordu. Beş kız ve iki erkek kardeşten oluşan bu gençler, Tanrı vergisi güzel sesler ve müzik yeteneği ile ödüllendirilmişlerdi. Çirkin de değillerdi. Sahne onlar için en uygun seçimdi. Böylece istenecek, beğenilecek ve takdir edileceklerdi. Sonunda cüce kardeşler gösteri dünyasına girdi. Bazı sirklerde ve vodvil oyunlarında sahneye çıkıyorlardı. Ama Ovitz’ler, sanatlarını bir yere bağlı olmadan, kendi imkânlarıyla sağlamak istiyorlardı. Sonunda “Lilliput Grubu” olarak ünlü olmayı başardılar. 15 yıl boyunca Orta Avrupa’da şöhret kazandılar. İki saat süren gösterilerinde, günün popüler şarkıları, skeçler ve müzik vardı. Perla’nın dört telli, pembe renkte minik bir gitarı vardı. Gitar oyuncağa benzerdi. Ablaları Rozika ve Fransiska, normal boyda bir kemanın neredeyse çeyreği boyutlarında kemanlarıyla, harika müzik yaparlardı. Frieda minik bir çembalo çalıyordu. Micki, yarım boyutlu çello ve akordeon çalardı ve en enerjikleri olan Elizabeth ise mini bateri takımıyla, ritimleri çalardı. Büyük ağabeyleri Avram ise sahne için oyun yazar, aktörlük yapardı. Ayrıca grubun menajeri de oydu. Ovitz’ler köydeki büyük evlerinde hep birlikte yaşarlardı. Aralarından biri evlendiği zaman, onların eşleri de şirkete dâhil edilirdi. Kardeşler sahnedeyken, eşleri arkada sahne amirliği yapar, perdeyi açıp kapatır ve kostümlerle ilgilenirlerdi. Onlar, tamamen cücelerden oluşan ilk sanatçı grup olarak tarihe geçmişlerdi. Naziler yükselişe geçtikleri vakit, Ovitz’ler çifte tehlike içinde yaşamaya başlamışlardı. Bu tehlikelerden ilki normal bir vücuda sahip olmamaları, ikincisi ise Yahudi olmalarıydı. Çünkü Nazi rejiminin ideolojisi gereğince yayınlanan ‘Action 4’ kanununa göre, akıl veya vücut sakatlığı olanlar, mükemmel ve güzel Ari ırka yakışmadıklarından, henüz savaştan önce ayrı bir yerlere kapatılıp yok edilmeye başlanmışlardı. Bu bir ayıklama sistemiydi. Sadece Yahudilere değil, Almanlar dâhil, herkese uygulanıyordu. Bu şekilde binlerce engelli yok edilmişti. Engelli insanlar gereksiz ve fazlalık olarak addedilip yaşama hakları ellerinden alınıyordu. Ovitz Ailesi 19 Mayıs 1944’te Auschwitz- Birkenau Kampına nakledildiler. Fakat kaderin cilvesi olarak ‘cüce’ olma özelliklerinden ötürü, kampta kaderleri değişti. Bütün bir ailenin, Auschwitz’den, hayatta kalıp çıkabilmesi kesinlikle olanaksız bir şeydi. Ama Ovitz Ailesinin tüm üyeleri ve 58 yaşındaki cüce halaları dâhil, hepsi de hayatta kalabilmişlerdi. Ovitz’ler, gaz odasından çıkartılıp hayata döndürülünce, Dr. Mengele’nin ‘Köle Laboratuvarı’na dâhil edildiler. Mengele; ikizler, kamburlar, cüceler, aşırı şişman kadınlar, obez erkekler, çok uzun boyda dev gibi insanlar, hermafroditler üzerinde acımasız tıbbi deneyler gerçekleştirirdi. Bu insanlar, Mengele’nin ‘İnsanlık Sirki’ koleksiyonuna dâhil edilen kurbanlardı. Bir tek cüce için belki gaz odasının kapısı açılmazdı ama koca bir cüce ailesi için, Mengele’nin sıcak yatağından gece yarısı çıkıp, gaz odasının kapısına dayanmasına değerdi. Üstelik bu ailede normal boyda olan kişiler de vardı. Onları çıkardığında, hepsinin 20’li yaşlarında olduklarını öğrenince, Mengele ellerini sevinçle ovuşturmuştu. ”Oh, şimdi elimde en az 20 sene daha, deney yapabileceğim bol malzemem var” demişti. Mengele, gaz odasının kapısında belirdikten sonra neler olmuştu? Cüce ailesi o sırada onu bir kurtarıcı olarak görmüşlerdi. Aslında kendileri gibi, daha birçok insan da onu bir kurtarıcı gibi görüyorlardı. Mengele’nin yüzlerce çift ikizi ve beden bozuklukları olan beden engelli ordusu vardı. Onların üzerinde sayısız canice deney gerçekleştirmişti. Ama biricik tek bir cüce ailesi vardı. O yüzden ‘Küçük Değerli Domuzcuklar’ına zarar gelmesinden çekiniyordu. Onlara yaşamaları için, özel bir bölüm tahsis etmişti. Yemekleri özel ve porsiyonları büyüktü. Saçları kesilmemişti, çünkü bu saçlara deneyleri için ihtiyacı vardı. Kendi giysilerini giyiyorlardı, çünkü mahkûm üniformaları onlara çok büyük geliyordu. Daha sonra birçok Holokost kurtulanının anlattığına göre, cüceleri doğal kıyafetli, süslü olarak gören normal mahkumlar, gördüklerine inanamayıp, halüsinasyon gördüklerini zannediyorlardı. Özellikle Şabat günleri süslenip, püslenip etrafta serbestçe dolaşmalarına izin veriliyordu. Cüce kardeşler, daha sonra onlara çok sayıda kan nakilleri yapıldığını anlattı. Bu nakiller canlarını çok acıtır, saatlerce acı çığlıkları etrafı sarardı. Bazen de düşüp bayılırlar, o zaman üzerlerine buzlu su döküp onları ayıltırlar, deneylerine devam ederlerdi. Mengele’nin araştırmalarının büyük çoğunluğu böbrek problemleri, karaciğer fonksiyonları, tifüs ve frengi hastalığı üzerine odaklanıyordu. Ayrıca genetik unsurlar üzerinde duruyor, kemik iliklerinden örnekler alıp, genetik kemik hastalıklarını inceliyordu. Bunun için onların sağlam dişlerini de çekiyordu. Bu testlerin sonuçlarını, normal insanlarınkilerle mukayese ediliyordu. Kaş ve kirpiklerini çektirip mikroskopta inceletiyordu. Ayrıca psikolojik ve jinekolojik deneyler yaptırıyordu. Evli olanlara jinekolojik tetkikler yapılırken, bakire olan cüce kızları, erkek cücelerle birleştirip, hamile kalmalarını sağlıyor, daha sonra gelişen ceninleri çıkarıp üzerinde incelemeler yapıyordu. Bundan başka, engelli mahkûmların başka yeteneklerini de kullanırlardı. Mesela kapolara berberlik yapanlara bir dilim ekmek veya iki sigara verirlerdi. Bazıları, SS’lere giysi dikerdi. Güzel resim yapanlar iki parça sosis karşılığında subayların portrelerini çizerlerdi. Aralarında bulunan engelli eski bir satranç şampiyonu ise, her gün Mengele ile satranç oynardı. Sesi güzel olanlar, kapoları ve gardiyanları eğlendirmek için çeşitli dillerde şarkılar söylerdi. Kapolar, hüzünlü şarkılardan hoşlanır, onların eşliğinde akşamları içip sarhoş olurlardı. Bir de bazı erkek mahkûmlara müstehcen fıkralar anlattırıp, kahkahadan yerlere yıkılırlardı. Cüce kardeşler, özel eğlence günlerinde ve kutlamalarda, sahneye çıkar ve Nazileri güldürmeye çalışırlardı. Onlardan genellikle soytarılık yapmaları istenirdi. Ovitz Ailesi her şeye rağmen, savaş sona erdiğinde hâlâ hayatta kalmayı başarmışlardı. Mayıs 1949 yılında İsrail’e göç ettiler. Üç ay sora ‘Lilliput Grubu’ olarak sahneye çıkmaya başlamışlardı. 1955 yılında, son gösterilerini yapıp sahne hayatına son verdiler. Cüce olmalarına rağmen çok uzun yaşadılar. İlk kız olan Rozika 98 yaşına kadar, kız kardeşi Fransiska 91 yaşına kadar yaşadı. En küçükleri olan ve anılarını anlatan Perla ise 2001 yılında 80 yaşındayken hayata gözlerini yumdu.....
YORUMLAR