“Atatürk aydınlanmasının bitmez tükenmez bir neferi ve savunucusu olarak hatırlanmak isterim”
“Dünyanın tüm imkânları bende olsaydı, önce ülkemi Atatürk’ün yoluna tekrar getirmek, bu işi başardıktan sonra da uzaya gidip dünyayı seyretmek isterim…”
Bu sözlerin sahibi 103. yaşını kısa bir süre önce (20 Haziran) kutladığımız ve sadece Türkiye değil, dünyaca ünlü Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ.
Yeni yaşına armağan olarak sunulan gazeteci Sedef Kabaş’ın ‘Sümer Kraliçesi’yle yaptığı nehir söyleşisi kitabı “Muazzam Muazzez”de rastladım bu sözüne.
Mersin’de, kızı Esin Çığ’ın evinde kalan Muazzez İlmiye Çığ’ın yanına gitmiş Kabaş. Çocukluğu, gençliği, müze yılları, Atatürk, Cumhuriyet ve devrimler, ailesi ve dostları, Sümerler, Hititler ve tarih bilinci, kitapları, yazarlığı, 100 yaşın sırları ve yaşama dair tavsiyeleri gibi birçok konuyu sormuş. Asi Kitap etiketiyle yayınlanan ve telif gelirlerinin tümü ÇYDD’ye bağışlanan bu çalışmayı hazırlamış…
Yaşam öyküsünü bir solukta öğreniyoruz. Güçlükler içinde sürdürdüğü, ama severek yaptığı çalışmalarının bir özetini buluyoruz. Cumhuriyet kuşağının aydın birikiminin bir ferdiyle tanışıyoruz: “Atatürk aydınlanmasının bitmez tükenmez bir neferi ve savunucusu olarak hatırlanmak isterim. Hayatım boyunca bir kadın ve bir birey olarak elde ettiklerimin, yani aldığım eğitimin, sahip olduğum iş imkânlarının Cumhuriyetimiz sayesinde olduğunun bilincinde oldum…”
Kitapta bir ömür su gibi akıp gidiyor. Bazen tebessüm, bazen üzüntü, bazen şaşkınlık ve hayret, bazen kızgınlık bazen de umutla ama hep heyecanla okudum “Muazzam Muazzez”i.
O İsmi ‘Kulağının Arkasına’ Atıp Hiç Kullanmasa da…
Daha doğmadan, babası “Kızıma Fransızca ve keman dersi aldıracağım” demiş. İsmini ‘ilim sahibi’ olsun diye “İlmiye” koymuş. Bu adı ‘kulağının arkasına’ atıp hiç kullanmasa da…
Dindar ama dinci olmayan, sevgi dolu, merhametli ve anlayışlı bir annenin kızı Muazzez.
Milli Mücadele yılları, Anadolu’da çekilen zorlukları yaşamış. Ne eşya, ne giyecek, ne yiyecek ne de para…
Ve sözü Sümer Kraliçesi’ne bırakalım:
Susuz Olunca Koruklar Bile Tatlı Geliyor…
Pazarcık’tan Bilecik merkeze yürüyerek, Bilecik’ten Eskişehir’e tren, oradan bir başka tren ile Ankara, Ankara’dan yine bir trenle, biraz da yanma tehlikesi geçirerek Kırıkkale…
…Tarih Ağustos 1921, hiç unutmam bu yolculuğu. Bir üzüm bağına girdik, üzümler olmamış henüz, koruk. Herkes yedi o koruklardan. Demek ki ne kadar aç susuzmuşuz. O koruğun tadını hiç unutamıyorum.
“Anadolu’daki Okullarda Başörtüsü Yoktu…”
Yıl 1924, dördüncü sınıfta aruz vezni okurduk, Kur’an dersimiz vardı. Hoca gelir masaya oturur, bizi teker teker yanına çağırır, Kur’an okuturdu, ama işin ilginç tarafı başımızı örttürmezdi.
“Dikiş Makinesi Kullanmayı Babamdan Öğrendim”
…Mesela ben dikiş makinesi kullanmayı babamdan öğrendim. Babamın babası öldükten sonra annesi geçinebilmek için kızlara çeyiz yapmaya başlamış. Babam da evin en büyük çocuğu olarak annesine yardım edermiş. İşte biz baba-kız sabah beşte kalkar, iş işlemeye başlardık…
Savaş, yokluk, yoksulluk, açlık…
“Kurtuluş Savaşı’na Laf Edenler, Atatürk’e ‘Gâvur’ Diyenler Utanmalı”
Birileri çıkıp “Olmasaydın da olurduk” dedi. Bunu söyleyenler halt etmiş! Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı hiçbir şey olmazdı. Zaten düşmanlar memleketin her köşesini işgal etmişti. Bize memlekete diye küçücük bir yer bırakmışlardı. O bölgeyi de orada herhangi bir isyan ya da başkaldırı olmaması şartıyla veriyorlardı bize. Eğer herhangi bir başkaldırı olursa etraftaki Yunanlılar, İtalyanlar, İngilizler ve Fransızlar derhal o topraklara da el koyacaktı. Bizim Hayrettin (Karaca)’in anlattığına göre, küçükken Bandırma’da yaşıyorlarmış. O zaman o bölgeye İngilizler hakim. Ezan zamanı İngilizler katiyen ezan okutturmuyorlarmış. Camiye girişleri yasaklamışlar. Hayrettin’in amcası da 9 yaşlarındaymış ve sesi de güzelmiş. Bir gün çocuğa “Hadi çık minareye, ezanı oku. Sen çocuk olduğun için sana bir şey yapmazlar” demişler. Çocukcağız ezan okumaya başlar başlamaz bir İngiliz askeri minareye çıkmış ve çocuğu döve döve aşağıya indirmiş. Ve o yediği dayakla hayatı boyunca sakat kalmış. Kurtuluş Savaşı’na laf edenler, Atatürk’e gâvur diyenler utanmalı… Bunlarda ne tarih bilinci var, ne vicdan, ne ahlâk…
“10. Yıl Marşı’nı Sokaklarda Kemanımla Çaldım”
Annem şapka dikerek aldı benim ilk kemanımı…
Cumhuriyet’in 10. yılında, Onuncu Yıl Marşı’nı elimde keman, arkamda öğrencilerle ben çaldım. Çocuklar söyledi. Öğretmenlik yaptığım Eskişehir’in sokaklarında çaldık, söyledik ve halka öğrettik marşımızı…”
“Gezi, Türk Siyasi Tarihinin Dönüm Noktalarından Biri Oldu”
Gezi ile ilgili beni en çok heyecanlandıran, protestoların sadece gençleri değil, o gençlerin ailelerinin de köylerinden, memleketlerinden kalkıp gelmesi ve onlara destek vermesiydi.
Milyonlarca kişi katıldı bu olaylara. Türk siyasi tarihinin dönüm noktalarından biri oldu. Başbakan bir parçacık akıllı olsaydı ve çocuklara gidip “Haklısınız, gelin bu işi beraber çözelim” deseydi, mevkii daha da yükselirdi...
YORUMLAR