Biz kendimize göre bir din uydurduk.
Allah’ın dini; yeri göğü, ölümü ve hayatı açıklar, ama bizim yaşadığımız din karı koca, gelin kaynana arasındaki ihtilafı bile çözmüyor. Yaşadığımız din, biraz atalarımızdan bozula bozula gelen, biraz bugünkü heva ve heveslerimiz, biraz da gelecek hayalleri ile uydurduğumuz bir din. Oysa Allah’ın dini, biz daha ilk yaratılış zamanında bizim için seçtiği din olarak İslam’dı.. O seçilen din, bizim aklımızla vicdanımızı barıştıracak, bunun sonucu insan insanla, insan tabiatla ve insan fıtratla barışacaktı. Bu barış bizi Allah’la barışa götürecektir. Biz ise bugün sanki İslam dünyası olarak büyük ölçüde Allah’la savaştayız.
Başımıza gelen belalar, büyük ölçüde Şeytanın hilelerinin ya da Şeytanın dostu olan düşmanlarımızın hilelerinin keskinliğinden çok, kendi zaaflarımızdan, günahlarımızdan kaynaklanmaktadır.
Karanlığa küfretmeyi bırakalım, Allah rızası için kalkıp bir mum yakalım. Zira karanlık aydınlığın yokluğudur.
Şunu unutmayalım: İman ettim demekle yakamız bırakılmayacak. Hatta Müslümanlık diye yaptığımız birçok şey Allah’a ve O’nun dinine iftiradır.
Vay o namaz kılanların haline ki, onlar yetimin hakkını yerler. O yetimi horlar ve aşağılarlar, malına zarar verir ve ona el koyarlar, onu iradesi dışında birilerine nikahlarlar. Vay onların haline.
Hele bir de bunu Müslümanlık olarak, ataları adına yapmazlar mı! İşte bu Allah’ın gücüne gider.
Birileri nasıl cennete gidecek ya da cehenneme gidecek, işte böyle. Bunlar hep birer imtihandır.
Kim kime Hak ölçüleri dışında, rızasına aykırı bir şey dayatırsa, bu İlah’lık ve Rab’lik iddiası olur. Allah’a isyandır. Allah bize “raina demeyin, unzurna deyin” buyurdu. Din büyüklerimizi, devlet büyüklerimizi, aile büyüklerimizi İlah ve Rab edinmeyeceğiz. Onlar bir şey dediklerinde, eğer, onlar üzerinde düşünmeden o şeyi kabul ya da reddetmek zorunda hissediyorsanız kendinizi, o işi isteyenler ve o talebe gönül rızası ile razı olanlar İlahlık ve Rablik taslamış, öteki de ona boyun eğmiş olur. Allah’ın laneti de onların üzerinde olur. Bu şirktir. İman ile şirk aynı akılda, aynı kalpte bir arada olmaz.
Gelin yeniden iman edelim.. Allah’ın kitabında bildirdiği, Resulün bize öğrettiği gibi. Yoksa Allah adına puta tapanlara döner, dilimizle “iman ettik” derken, iş olarak Şeytanın varisi olmuş oluruz. Onlar sadece bir haram işlemiş olmazlar. Hem İslam’ın yüzkarası olurlar ve insanları İslam’dan soğuturlar.
Siyasette de, bürokraside de, adalette de durumumuz çok farklı değil. Birisi arıyor, İstanbul sözleşmesinin uygulamalarından söz ediyor, Ailesi dağılmış. Biri çocukları ile başı belada. Lisedeki kız Lanzarote’cilerin kucağına düşmüş. Ötekisinin mahkemede işi var, bilirkişinin kişiliğinden ve ilişkilerinden dert yanıyor.
İstanbul sözleşmesi yokken de sanki halimiz çok mu iyi idi!. Güya o sözleşmeyi sorunu çözmek için getirdiler, ama sonuç ortada, gelen düzenleme giden dönemi aratıyor.
Beladan kaçalım derken daha büyük bir bela ile imtihan ediliyoruz. Çünkü akletmiyoruz. Allah’ın ipini bıraktık, cahillerden ve zalimlerden olduk.
Tevbe etmiyoruz, sabretmeyi, şükretmeyi bilmiyoruz, adil şahidler olmuyoruz. Heva ve heveslerimizin, menfaat ve arzularımızın peşinde koşuyoruz.
Bugün İstanbul sözleşmesinden şikayet edenlerin çoğu, sözleşmenin sonuçlarından yakınıyorlar.
Asıl sorun nereden kaynaklanıyor, temel mesele nedir, onu düşünen yok gibi. Sanki o sorun çözülse her şey güllük, gülistanlık olacakmış gibi.
Hayır başka bir sorun çıkacak. Zaten bu lanet olası sözleşmeyi de başımıza birtakım sorunları çözme bahanesi ile “ıslah edicileriz” diye ortaya çıkan “bozguncular” bela etmediler mi!
Bakın gidişat kötü. Aile çöküyor. Kimse evlenmeyecek bu gidişle. Kimse çocuk yapmayacak. Evlenenler boşanacak. Boşanmayanlar çile çekecek.
Ev saadet merkezi olmayacak. Aile içi şiddet ve aldatma ihaneti, terör ve fuhşiyatın temel kaynağıdır. Bakın, birçok şeyden şikayet ediyoruz ya, “Biz kendimizi değiştirmeden, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir”.
Bunu idrak edene kadar günde 100 kere bunu tesbih gibi çeksek yeridir. Bakın bunu sadece siyaset için düşünmeyin, cemaat, tarikat, kooperatif, şirket, devlet, millet, ümmet, ne için düşünürseniz düşünün bu böyle. Emanete hıyanet etmeyeceğiz. İşçiler de patrona emanettir mesela. Siyaset emanet ve vekalet müessesesidir. “El emin” olacağız. Yoksa “Allah’ın emaneti”ne hıyanet edenler hainlik etmiş olurlar ve Allah da hainlere hidayet nasip etmez.
Kadınların mirastaki payı, mihri müeccel ve muaccellerini kendi mi belirliyor. Ve sonuçta o kaynak kendine ödeniyor mu? Çocuklarınız akil-baliğ mi, zeka yaşı ne durumda. Halimiz yaman. İslam cezai ehliyet ve emanet için zeka yaşı, daha doğrusu akıl yaşına da bakar. Allah’ı mı aldatıyorsunuz. Allah olanları görmüyor mu, bilmiyor mu!
Allah zalimlere yardım etmez. Haksızlıklar karşısında susanlara gelince namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmekle yakalarını Allah’ın elinden kurtaramazlar. Onlar dilsiz Şeytana dönüşür ve gazaba uğrayanlardan olurlar. Şeytan azapta gerek. Onların kıldıkları namaz da, tuttukları oruç da, gittikleri hac da kabul olmayacak. Tevbeleri de kabul olmayacak.
Şu mübarek günlerde de aklımızı başımıza toplamayacaksak, ya da bu kötü gidişat aklımızı başımıza getirmeyecekse ne olacak bizim akıbetimiz. “Din nasihatla kaimdir” derler, ama kimse öğüt dinlemek istemiyor. Çocuklar anne-babalarına “üf” bile demeyeceklerdi, halimiz ortada. Ektiğimizi biçiyoruz genel olarak. “Bir musibet, bin nasihattan daha hayırlıdır” derler. Eğer aklımızı başımıza toplamayacak, birilerinden “medet umma”ya devam edeceksek, bekleyin göreceksiniz.
“Nush” ile uslanmayanlar nice zamandır, ilahi ikazlarla uyarılıyorlar ama, kimsenin sanki ders aldığı yok gibi. Hep “ötekiler kötü, bizimkiler sütten çıkma ak kaşık, hep bir kurtarıcı bekliyorlar, kendilerini kurtarmakla kalmayacak, zafere götürecek bir “kurmay” ya da “göklerin hazinesinin anahtarı”na sahip bir ermiş!
Allah’ın ipini bıraktığımız için de sahip olduğumuz her şeyin bereketi kalkıyor sanki!
“Hâlâ aklınızı başınıza toplamayacak mısınız” diye uyaran uyarıcının uyarısına dikkat.
Yarın çok geç olabilir. Selâm ve dua ile.
YORUMLAR