Ankara ve İstanbul'da Büyükşehir Belediyeleri'nin iktidar partisinin elinden alınmasında Kılıçdaroğlu'nun önderlik ettiği geniş kitlelere açılım politikasının rolünü unutmamak gerek. O günden sonra da beş benzemez partileri bir masanın etrafında toplayabildi, parlamenter sistem ve ekonomik kurtuluş paketi gibi konularda ortak bir politika saptanmasına zemin yarattı
"Bay" ve "Bayan" kelimelerinin Türkçeye girişi "Efendi, Bey, Paşa Gibi Lakap ve Unvanların Kaldırılmasına Dair Kanun" ile olmuş.
26 Kasım 1934 tarihli ve 2590 sayılı bu kanunun birinci maddesi "Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri" gibi lakap ve şahıs unvanlarının kullanılmasını yasaklıyor.
Kanun halen yürürlükte diye biliyorum. Sadece bir kez, 1967 yılında TSK Personel Kanunu ile askeri unvanlarla ilgili bir değişiklik yapılmış.
Kanunun yine birinci maddesine göre "erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmî belgelerde yalnız adlarıyla anılırlar."
Bu elbette bir sorun yaratmış olmalı. Kanun karşısında sadece isimleriyle anılabilirler ama sokakta, evde, işte ne diyeceğiz?
Bu ihtiyacın yanıtı, bir "doğrudan tercüme" ile bulunmuş: Bay ve Bayan!
Dilde zorlamalar tutmaz bunu biliyoruz, nitekim bu kelimeler de tutmamış.
"Bay" hitabı zaman içinde tamamen kaybolurken, "bayan", lümpen kesimlerden hızla yukarıya doğru yayılarak genel olarak "kadın" kelimesinin karşılığı olarak kullanılır oldu.
"Kadın" kelimesinin yerini 'bayan'a terk edişinde esas rolü toplumsal bilinçaltımızın oynadığını düşünüyorum.
Çünkü toplumumuzun çoğunluğu, kadını, fıtrata uygun olarak "ikinci sınıf" cinsiyet olarak kabul ediyor ve onun yerine 'yenge', 'abla', 'bayan' gibi kelimeleri kullanarak, hitap ettiğimiz kişiyi aşağılanmaktan kurtardığımızı varsayıyoruz.
Erdoğan'a gelene kadar da "Bay" kelimesinin, bir aşağılama hitabı olarak kullanılmasına sadece Alpaslan Türkeş'te tanık olmuştuk.
Bülent Ecevit'ten "Bay Ecevit" diye söz ederdi ama Ecevit bilinen nezaketiyle "sayın" hitabından hiç vazgeçmedi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Bay Kemal olmak için ne yapmak lazım" tanımından yola çıkarak, aşağılama amacıyla kullanılan bu kelimeye yeniden itibar kazandırması, bir "onurlu unvan" haline getirmesi, toplum nezdinde nasıl bir sonuç verir, bugünden kestirmek zor.
Ancak bir ileri adım atıldığını söylemek mümkün ve Kılıçdaroğlu'nun bu noktaya gelmesi de Türkiye siyasetinde ilginç bir gelişmeye hazır olmamız gerektiğini gösteriyor.
Lafı hayli uzattığımın farkındayım, sadede geliyorum.
Dün okuduğum bir araştırmaya göre Kemal Kılıçdaroğlu, "en beğenilen liderler" sıralamasında dördüncü olmuş. Kendisinden önce gelenler Recep Tayyip Erdoğan, Mansur Yavaş ve Selahattin Demirtaş.
Araştırma ciddiye alınacak bir araştırma mıdır, doğrusunu isterseniz bu konuda bir fikrim yok.
Ancak şaşırtıcı bir sonuç mu?
Değil.
Kemal Kılıçdaroğlu'nu beğenmemek yaygın bir tutum.
İktidar koalisyonuna oy verenlerin niye beğenmediğini tahmin edebiliriz.
Ancak araştırmalardan görünen o ki sadece CHP içinde değil, daha solunda yer alan insanlar arasında da Kılıçdaroğlu'nu beğenmemek popüler bir davranış biçimi.
Onun için Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı adayı olacak diye ödü kopanlar bile var, benim çevremde de sayıları az değil.
Peki, kendimize sükunetle soralım:
Muhalefetin Cumhurbaşkanı adayının tek vasfı, "Erdoğan'dan daha popüler birisi olması" olabilir mi?
Şaka değil, 5 yıl süreyle Türkiye'yi yönetecek bir kişiyi seçeceğiz.
"Kimi seçersek seçelim, Erdoğan'dan daha kötüsünü bulamayız zaten" diyorsanız, bu da anlaşılabilir bir şey ama bir ülkeyi yönetmek bu kadar basit olabilir mi?
Evet, işler ittifakın hazırlayacağı bir protokol çerçevesinde yürütülecek ama her detayı da protokole bugünden yazabilir misiniz?
Bir koalisyonu gürültüsüz patırtısız idare ederken, AKP – MHP koalisyonunun devlette yarattığı tahribatı tamir etmek gibi bir "ip cambazlığı" gerekecek.
Sanıyorum Kılıçdaroğlu aday olacak ise onu adı geçen diğerlerinin önüne çıkaracak da bu faktör olacak.
Ankara ve İstanbul'da Büyükşehir Belediyeleri'nin iktidar partisinin elinden alınmasında Kılıçdaroğlu'nun önderlik ettiği geniş kitlelere açılım politikasının rolünü unutmamak gerek.
O günden sonra da beş benzemez partileri bir masanın etrafında toplayabildi, parlamenter sistem ve ekonomik kurtuluş paketi gibi konularda ortak bir politika saptanmasına zemin yarattı.
Bu, ittifaktaki muhafazakâr partilerin seçmenlerinin Kılıçdaroğlu'na teveccüh göstermesine yeter mi?
Bunu bilebilmek bugünden mümkün değil.
Bu partilerin örgütleri, Kılıçdaroğlu için "Cumhurbaşkanlığı kampanyasına" gönülden katılabilirler mi?
Bunu pek zannetmiyorum, çok zorlanacaklardır.
"Ekmek için Ekmeleddin" vakasında bunun kolayca gerçekleşmediği görüldü.
Evet "karizmatik bir lider" değil.
Zaten "karizmatik lider" arayışı, yeterince gelişmemiş toplumların en büyük sorunudur.
Karizma peşinden koşarlar ve sadece karizmadan, belagatten etkilendikleri için de burunları malum yerden bir türlü çıkamaz.
Ve Türkiye toplumu da ne yazık ki bu açıdan yeterince gelişmemiş bir toplum.
Aslına bakarsanız, geçirdiğimiz son 20 yılın deneyimiyle, Türklerin de artık karizmatik lider peşinde koşmayacakları, atılan nutuklara değil, yapılan işlere ve bunların kendi hayatlarındaki sonuçlarına bakacakları dönem gelmiş olmalı.
Ne dersiniz, geldi mi?
Eğer böyle bir dönem geldiyse Bay Kemal bir adım öne çıkacak gibi görünüyor.
Çizgi: Tan Oral
* * *
Sanal gerçeklik içinde yaşıyor
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın gerçek hayatla bağını kim kuruyor acaba?
Yani akşamüstü odasına şöyle bir on dakikalığına girip, memlekette bugün şu oldu, pazara gittim bunu gördüm, belediye otobüsüne binerken bir kadın böyle söyleniyordu gibisinden "gerçek hayat gerçeklerini" ona anlatacak biri!
Söylediklerine bakacak olursam böyle biri yok gibi görünüyor.
Olmamasının nedeni de Erdoğan'ın her şeyin zaten en iyisini bilen ulu bir lider olduğuna inanması sanırım.
Onun için otomobiline binip, Saray'ından çıkarken şöyle bir bakıyor, peşinde yüz arabalık konvoy, o anda "herkesin arabası var" diye mi düşünüyor?
"Herkesin altında arabası da var maşallah" derken, bu bilgiyi nasıl edinmiş olabilir?
Gerçekten merak edilmeyecek gibi değil.
Yakın çevresinden politikacıların son zamanlarda "tamam ekonomi iyi değil, pahalılık da var ama bunu en iyi düzeltecek olan da biziz" demeleri mesela!
İyi de düzeltmek için neyi bekliyorsun?
Yoksa enflasyonu azdıracak bu politikaların nedeni seçimi kazanma kaygısı mı?
"Enflasyonu azdıralım, bizden başka düzeltecek kimse olmadığına inanırlarsa yine bizi seçerler" diye mi düşünüyor?
Belli ki kimse ona yaklaşıp "Beyefendi, durum felakete doğru gidiyor, bu işi bilen birilerini bulup sorsak da seçimi kaybetmesek" bile diyemiyor.
"Tek adam" olmanın doğal sonucu bu işte.
Gerçekle bağın kopuyor ve bir daha da o bağı kurmana kimse yardım edemiyor.
YORUMLAR