AKP'nin çökme planı "İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik" ile başlayan tartışma devam ediyor. Üç gazetede konuya ilişkin haber ve yazılTarım ve Orman Bakanlığı, “İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik” yayınlamasının yankıları sürüyor. Buna göre, bakanlık, mülkiyeti gerçek veya tüzel kişilere ait olup üst üste iki yıl süreyle işlenmeyen tarım arazilerini, arazinin vasfının değiştirilmemesi ve tarımsal üretimde kullanılması şartıyla sezonluk olarak kiraya verecek. Tarım arazileri, Türk vatandaşı olan gerçek kişilere, sivil toplum kuruluşlarına ve meslek odalarına kiralanabilecek.
Yeniçağ yazarı Arslan Bulut, "Tarım arazilerine 'çökme' yönetmeliği!" başlıklı bugünkü köşesinde gelişmeyi "Türkiye'de ağırlıklı olarak çiftçi oylarıyla iktidar olan AKP, baltayı eline aldı" dedi.
Tarım uzmanı gazeteci Ali Ekber Yıldırım, YouTube hesabından yayınladığı videoda, konunun ilk olarak koronavirüs salgınının yaşandığı dönemde AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ekilmeyen bir karış tarım arsası bırakmayacağız” sözleriyle gündeme geldiğini hatırlattı. Yıldırım, yasal düzenlemenin Erdoğan’ın açıklamasından dört yıl sonra geldiğine dikkat çekti ve şöyle dedi:
“Bugün çiftçi ürettiği ürünü satamamaktan şikâyet ediyor. Bursa-Karacabey’de, Burdur’da, Aksaray’da, Kahramanmaraş’ta, Konya’da, ülkenin her yerinde çiftçiler eylem yapıyor. Çiftçiler ‘Ürünüm tarlada kaldı, satamıyorum’ diyor. Bir yanda elinde ürünü var, satamayan bir üretici var ve ‘Ben önümüzdeki dönem ekmeyi düşünmüyorum’ diyen bir kesim var. Bir yandan da siz bir yönetmelikle işlenmemiş arazileri kiraya vererek insanlara üretim yaptırıyorsunuz. Burada bir çelişki var çünkü önce üretim yapanın desteklenerek elindeki ürününün satılmasını, çiftçinin zarar etmemesini, çiftçinin üretime devam etmesini sağlamanız gerekiyor.”
"HAYAT AĞACINA BALTAYLA SALDIRI"
İktidar, ekilmeyen araziyi kiralama yönetmeliği çıkararak, İskandinav mitolojisindeki gibi çiftçinin hayat ağacına baltayla saldırmış oluyor. Yalnız o baltayı iktidarın eline veren de çiftçidir. Bunun delili ise son seçimlerde, büyük şehirlerde CHP kazanırken, kırsal kesimde AKP’nin birinci parti durumunu açık arayla korumasıdır...
Alparslan, 26 Ağustos 1071’de Anadolu’yu yeniden Türk vatanı yapacak süreci başlatmıştı. Atatürk de 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz’u başlatarak, Anadolu’yu işgalden kurtarmış ve tarım arazilerini de “mütegallibe”nin elinden alarak Türk çiftçisine geri vermiş; Güneydoğu’da da toprak reformu kararı almış ama buna ömrü yetmemişti.
Çiftçi, uğruna dedelerinin şehit veya gazi olduğu vatanın kıymetini bilemedi ve iktidar yaptığı kadrolar, tarım arazilerine, yeni bir mütegallibe sınıfı oluşturarak el koymaya karar verdi.
NOT: Mütegallibe, Osmanlı’nın son döneminde, derebeyliğe dönüşerek yozlaşan tımar sisteminde, devletten aldığı vergi toplama yetkisini kötüye kullanıp, vergiyi fazla toplayan ve yarısına el koyarak zenginleşen, sonra da yüksek faizle borç vererek, borcunu ödeyemeyen çiftçinin topraklarını elinden alan zorba takımına denilirdi.
"TÜRKİYE EFSANESİ O ZAMANLARA AİTTİ"
Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı ise "Tarım nasıl çöktü: GSYH’deki payı 1980: Yüzde 26.1; 2002: Yüzde 10.2, 2023: Yüzde 6.2" başlıklı bugünkü köşesinde "Bu çöküş 1980’de başladı ve AKP zamanında en alt düzeye indi" dedi.
Bursalı'nın yazısı şöyle:
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla ülkede mesela bir yıl içinde üretilen ve satılan tüm mal ve hizmetlerin toplam parasal değerini anlatıyor. GSYH içindeki tarımsal üretim ve satışların oranların seyrine 1980 itibarıyla bakıldığında, bugünkü dibe çakılışı net görüyoruz: 1980’de tarımın oranı 26.1’di. İşte dünyada tarımsal üretimde kendi kendine yeten yedi ülkeden biri Türkiye efsanesi o zamanlara aitti.
Sonra bu oran 2002’de 10.2’ye, 2023’te ise 6.2 ye düştü.
1980’de ne olmuştu? Ekonomi çökmüştü. Süleyman Demirel, Turgut Özal’a “istikrar programı” hazırlatmış, 4 Ocak 1980’de piyasa ekonomisine geçilmişti. Paranın değeri yüzde 32.7 düşürüldü, ücretler ve kamu harcamaları düşürüldü; serbest piyasa ekonomisine geçildi, tarım ürünleri destekleme alımları çok sınırlandırıldı, ihracatçıya teşvikler gündeme geldi.
IMF VE ASKERİ DARBE
1980 Haziran’ında IMF ile üç yıllık anlaşma yapıldı. IMF’nin tüm dayatmaları uygulamaya kondu.
Tabii ki kan gövdeyi götürüyordu. 1980’de 24 Ocak ve arkasından IMF kararlarının zorla da uygulanması gerekiyordu ve 12 Eylül 1980’de askeri darbe geldi arkasından.
Tarımda kalalım. Anımsayan vardır, özellikle NTV’de haftalık tele ekonomi diye adı çıkan programda tüm kararlar destekleniyordu. Özellikle de tarıma desteklerin azaltılması, hatta köylüye üretimi bırakması için de maaş bağlanması düşüncesi alçakça savunuluyordu, şimdi ortalıkta görülmeyen bazı “IMF ekonomistleri”nce. Nitekim bu da Dünya Bankası’nın desteğiyle yapıldı.
Çöküş böyle başladı ve AKP’nin 21 yıllık döneminde aynen sürdü: GSYH’de tarımın payı komik noktaya indi: Yüzde 6.2
"NEOLİBERAL POLİTİKAL SONUCU GERÇEKLEŞTİ"
Bayram Ali Eşiyok, Herkese Bilim Teknoloji dergisinin 435. sayısındaki (piyasada hâlâ) Tarımda çözülme, kan kaybı nasıl durdurulacak başlıklı yazısında diyor ki:
“Tarımdaki tasfiye, başta dış ticaretin liberalizasyonu olmak üzere tarımı korumasız bırakan, üreticilerin değil şirketlerin çıkarlarını gözeten neoliberal politikalar sonucunda gerçekleşti.”
Devamla: Tarımda “2002 ile 2024 Ocak-Nisan arasındaki toplam 159.4 milyar dolar ithalata karşın, ihracat değeri 113.2 milyar dolar ile sınırlı kalmış. Böylelikle tarım ve hayvancılıkta artan ithalatın neden olduğu toplam dış ticaret açığı 46.2 milyar dolar gibi oldukça yüksek bir değere ulaştı... Tarımda 2000’li yıllara kadar kendi kendine yeterli olan Türkiye, uygulanan neoliberal politikalar sonucunda sanayide olduğu gibi tarımda da artık net ithalatçı, dışa bağımlı bir ülke oldu.”
“Toplam tarım alanı (çayır ve mera alanları hariç), 2002-2023 yılları arasında 2.6 milyon hektar azalarak 26.6 milyon hektardan 23.9 milyon hektara geriledi.”
1.2 MİLYON HEKTAR
“Tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerin ekildiği alan ise 2002’de 17.9 milyon hektar iken, 2023’te 16.7 milyon hektara kadar geriledi. 1.2 milyon hektar alan ekim alanı dışına savrulmuş. Çiftçinin tarımdan uzaklaşması sonucunda Türkiye buğday başta olmak üzere, diğer birçok geleneksel hububat ürününde de artık ithalatçı bir ülke konumunda.”
“Birçok üründe ülke yeterlilik derecesi 100’ün altında... Tarımda yaşanan sorunlar ile birlikte milyonlarca hektar ekilebilir arazi devre dışı kalıp rant amaçlı kullanılırken, net ihracatçı olduğumuz birçok üründe bile (tahıllar, pamuk, baklagiller vb.) dışa bağımlı hale geldik...”
SON NOKTA:
AKP üreticiye maliyetin çok altında fiyatlar belirleyerek çöküşü hızlandırıyor:
“Özellikle son yıllarda hızla artan girdi fiyatlarına karşın çiftçinin eline geçen reel ürün fiyatlarının maliyetleri karşılayamaması sonucunda üretimden kopuş hızlandı. Tarımsal üretimin düşmesi ürün fiyatları üzerinde baskı oluşturmaya başladı. Devletin ürün alım güvencesinden yoksun kalan üreticiler ya üretimden vazgeçti ya da tüccarların inisiyatifine terk edilerek savunmasız bırakıldı.”
BirGün gazetesi de gelişmeye kayıtsız kalamadı. Bugünkü "Tarım planlaması böyle yapılamaz!" başlıklı haberde tarım ekonomisti Tayfun Özkaya'nın görüşlerine yer verildi. "Tarım arazilerinin kiraya verilmesi ile ilgili yönetmelik üreticilerin endişelerini büyüttü" denilen haberde Özkaya, tarımı bekleyen riskleri dile getirdi.
"ÇİFTÇİ KENDİ TOPRAĞINDA IRGAT OLACAK"
Özkaya ile yapılan röportaj şöyle:
İki yıl işlenmeyen tarım arazilerinin kiraya verilmesi kararı Türkiye için ne tür tehlikeleri barındırıyor? Üretimin önündeki engelleri kaldırabilecek bir uygula mı?
Küçük ve orta çiftçilerin elindeki toprakların yerli ve yabancı kökenli şirketlerin veya güçlü zenginlerin eline geçmesi tehlikesi söz konusu. Bir bölgedeki bütün işlenmeyen toprakların bir şirket tarafından kiralanması durumunda kiralayanın yapacağı bazı uygulamalarla buradaki bütün çiftçiler topraklarını satmak zorunda kalabilecektir.
Şirketler kısa vadeli düşünecekleri için toprağı, suyu, ürünleri kirletecek endüstriyel tarım sistemini sonuna kadar uygulayacaklardır. Yoğun tarım ilacı, kimyasal gübreler, tek tip tohum, aşırı su, ağır makineler kullanacaklardır.
Emek konusunda tek kanal olacaklarından tarım işçisi ücretlerini de düşürebileceklerdir. Bu şirketler devletten de destek almada daha etkili olabilirler. Belli ürünleri satın alan ve işleyen yabancı veya yerli kökenli şirketlerin bu toprakları ele geçirmesi durumunda çiftçi kendi toprağında ırgat olacak ve bu ürünler üzerindeki şirketlerin hegemonyası daha da artacaktır. Ulusaşırı büyük şirketler uzun vadeli stratejileri ile ilgilendikleri ürünlerde yerli şirketlerden de daha büyük bir hegemonya oluşturabilirler.
Kısa vadede işlenmeyen toprakların sorunu kimyasal gübre, tarım ilacı, mazot, sanayi yemi gibi endüstriyel girdilerin aşırı pahalılaşması ve çiftçi eline geçen ürün fiyatlarının düşük olmasıdır. Bu nedenle kiralanan arazilerde kısa vadede bir üretim artışı bekleyemeyiz.
KÜÇÜK ÇİFTÇİLİĞİ NE BEKLİYOR
Orta ve uzun vadede küçük çiftçiler ellerindeki toprakları yitirme tehlikesi içindeler. Tarım işçisi olacaklar veya bu defa kendi topraklarını kiralayarak belli şirketlere sözleşmeli tarım bağlantısı kuracaklardır.
Ekilmeyen arazilerin kiraya verilmesi bir başlangıç uygulaması olabilir mi? Devamında nasıl bir adım gelebilir?
Kanunda kiralama işlemlerini şirketlerin de yapabileceği yazmaktaydı. Yönetmelikte bu görülmedi. Harita konusundaki şirketler kanunla yakından ilgilidir. Yönetmelik ileride değiştirilebilir ve bu tür şirketlere görev verilebilir.
Bu şirketler büyük gıda şirketleri için operasyon yaparak belli bölgeleri kapatabileceklerdir. Aynı kanunda sözleşmeli tarımın bazı ürünlerde zorunlu olması, üretim planlaması etiketi altında çiftçiye belli ürünleri ekmesinin dikte edilmesi söz konusudur.
Üretim planlaması genellikle aydınlarımızca olumlu karşılanmakta. Ancak bu planlama belli şirketler lehine ve endüstriyel tarımı derinleştirecek tarzda yürüyecektir. Ayrıca agroekolojik açıdan örneğin buğday üretiminin çok verimli olmadığı bir bölgede çiftçiler kısıtlı bir şekilde değerli yerel buğdayları üretmek, malç veya saman olarak kullanmak, nöbetleşme yapmak gibi çok değişik amaçlarla buğday yetiştirebilirler. Merkezi bir oterite bu amaçları anlayamaz… Şüphesiz tarımda planlama gereklidir. Ama böyle değil.
Katılımcı, çiftçileri de planlamaya katan, biyoçeşitliliğe saygı gösteren bir planlama ancak yararlı olacaktır.
Neoliberal tarım politikaları çiftçilerin elindeki toprakların giderek büyük şirketlerin eline geçtiğini gösteriyor. ABD’de bir yandan buğday, mısır, soya, pirinç gibi ürünleri eken büyük topraklarda endüstriyel tarım yapan şirketler yoğunlaşırken, diğer yandan agroekoloji ilkelerine uyan, sebze, meyve üretiminde yoğunlaşan, doğrudan tüketiciye ulaşan çiftçiler ortaya çıkmaktadır. İkili bir yapı oluşmakta.
Neoliberal tarım politikaları büyük şirketlere dayalı tarımın daha başarılı olacağı düşüncesinde. Bu tarım sistemi eşitsizlikleri arttırmakta, tarım topraklarının, suların tahrip olmasına, ürünlerin toksik hale gelmesine yol açmakta, küresel iklim değişikliğini arttırmaktadır.
ÇÖZÜM NE
Peki, tarımın kârlı hale gelebilmesi ve tüketicilerin temiz gıdaya erişimini kolaylaştırmak için çözüm ne olmalıdır?
Çözüm gıda egemenliğine ve agroekolojiye dayalı bir politikayı seçmektir. Uygulanan tarım politikası ülkeyi tarım ürünleri ithalatına mahkûm ediyor. Ülkemiz, çiftçilerimiz ve tüketicilerimiz için yararlı olacak tarım politikalarını uygulayabilmeliyiz. Endüstriyel tarım çıkmaz yolda. Agroekolojide mazot kullanımı anıza ekim sayesinde düşecek, toprakta su daha iyi tutulacak, toprağın organik maddesi artacaktır. Biyoçeşitlilikle tarım ilaçlarını kullanmaya gerek kalmayacak, hayvan beslemede meralara daha önem verileceğinden yem maliyeti düşecektir. Bunlar bir yılda gerçekleşmeyebilir. Ama endüstriyel tarım ile her yıl biraz daha batacağız. Sadece geçiş aşamasında taktik olarak endüstriyel girdilerin bir süre desteklenmesi düşünülebilir. Mazottan, yemden vergilerin kaldırılması gibi. Ancak en başından itibaren agroekolojik uygulamalar desteklenmeli, tanıtılmalıdır.
Gerek tarımsal kooperatifler gerekse de ekolojik ilkeleri takip eden tüketim kooperatifleri, gıda grupları, ekolojik köylü pazarları desteklenerek ürünlerin çiftçiden en kısa yol ile tüketicilere ulaştırılması sağlanırsa, çiftçilerin eline daha iyi bir fiyat geçerken tüketiciler de daha ucuza, temiz ve besleyici gıdalara kavuşacaklardır. Tarım ve Orman Bakanlığı şirket tarımı ve endüstriyel tarımı desteklemektedir. Agroekolojiyi yaymak konusunda elde sadece kooperatifler, gıda grupları ve belediyeler bulunmaktadır. Belediyeler popülist olmayı tercih ederek agroekolojiye sırtlarını dönerlerse fazla bir yol alamayacaklarını göreceklerdir. Endüstriyel tarım girdilerini ucuzlatmak sadece kısa vadede taktik bir uygulama olabilir. Uzun vadede tarımsal kaynakları yok ettiği gibi üstlenilecek mali yük de belediyelerin kaldıramayacağı kadar ağır olacaktır. Agroekolojik tarım organik tarıma indirgenemez. Herkes için temiz ve uygun fiyatlarla üretim yapmak mümkündür. Agroekolojide verim sorunu yoktur. Sadece geçiş aşamasında bazı sorunlar çıkabilir.
Odatv.com
YORUMLAR