GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI

[email protected]

Erdoğan'ın büyük mucizesi

21 Eylül 2018 - 11:42

Bundan on beş yıl önce Bosna gezisinde, bir işkence türü kazığa geçirmenin romanını yazıp Nobel almış İvo Andriç'in müze haline getirilen evini ziyaret etmiştik, romanın adı...

Sabah sabah bir habere denk geldim kafayı yedim, o gazete bu yazar okurken, karşıma "Miss 2018" yarışması çıktı. Bu “yokluk”ta bu insanlar neden işi gücü bırakmış “güzellik” yarışmasına katılır diyordum ki... Ne göreyim, aday kızların yarısından çoğu yurtdışında okuyor, Amerika başı çekiyor, diğer yarısı da yarışmaya mimar ve mühendislik okullarından katılmışlar.

Şu soruyu sordum tasarruf tedbirleri gereği devletimiz yurtdışında talebe okutmayı askıya aldığına göre yurtdışında eğitim görmek çok ama çok değerli bir hale gelmiş olmalı.

Ve ama bakar mısınız yurt dışında eğitim şansı yakalamış kızlarımız bu büyük şanslarını kullanmak yerine “güzellik” yarışmasına katılıyorlar.

Şimdi sanat tarihinin o en büyük sorusunu bir daha sormak lazım?

“Güzel olan nedir?”  

Amerika'nın çok havalı bir üniversitesinde okuyabilme şansı, güzellerin güzeli değil mi?

Kızlarımız bu hayatta daha hangi güzelliği arıyor?

Zaten kozmetik sanayi öyle hale gelmiş ki bütün “kızlarımız” aynı suratı taşıyor. Moda dergileri ve kozmetik sanayi her kızımızın yüzünü tuvale çevirmiş ve hep aynı kopya “resmi” yapıyor.

Yani ortada milyonlarcası her gün çoğaltılan tek bir güzellik var, aynı tip tşört aynı tip kot pantolon giymek gibi milyonlarca kızımız aynı makyajla aynı suratın reprodüksiyonu, oysa o çok az kişinin gidebildiği üniversiteler makyaj malzemesi gibi kolayca alınamıyor.

Bu “aynı” şeyin neyine özeniyorlar bilmiyorum.

Makyajların hepsi öyle aynı ki geçen gün bir tarikat şeyhinin torununun fotoğrafını gördüm, bir de çocuğa “seyyid” diyorlarmış, gözlerinin etrafını kalınca sürmeyle çerçeveletmiş.

Şeyh torununun yüzüne bir baktım makyaj aynı makyaj, pop şarkıcısı Demet Akalın'ın aynısı bir surat.

PADİŞAH “YENİÇERİLER”E KARŞI LONCANIN TARAFINI TUTUYOR

Laf İş Bankası'ndan açılmışken İş Bankası Yayınları'nın hakkını vermeliyiz. Yayınları gerçek bir kültür hazinesi.

Ahilik ve meslek örgütleri (loncalar) konusunda çokbilmiş havalarındayım ama Harvard Üniversitesi’nde Osmanlı tarih hocası Eunjeong Yı'nın “17. Yüzyıl İstanbul'unda Lonca Dinamikleri” adlı eserinde daha önce okumadığım çok şey görüp nasıl sevindim.

Mesela, Osmanlı tarihinin en büyük isyanlarından birinin “lonca” isyanı olduğunu öğrendim. Malumunuz 1700 başında Patrona Halil ve 1800 başında Kabakçı Mustafa ve Anadolu tarihinin Babai ve Bedreddin ve Celali vb. isyanlar tarihini mutlaka okumuşsunuzdur.

Ancak esnaf örgütünün isyanı?

Yıl 1651, IV. Murad genç yaşta ölmüş yerine Boğaz'da balıklara altın saçan meşhur Deli İbrahim ve onun da yerine çocuk yaşta IV. Mehmet geçmiş.

Önce meslek teşkilatı hakkında kısa bilgiler verelim, kökü Selçuklu Tarihi'nde “ahi birliklerine” dayanır. Anadolu tarihinin en uzun ömürlü “sivil” örgütüdür. Akademisyenler “lonca” ismini Batı'dan alıp koymuştur. Esnaf kelime anlamı sınıf demektir, eski metinlerde “taife” olarak adlandırılır “ekmekçi taifesi” gibi, evliya çelebi 500 gibi bir rakam verse de tarihçiler İstanbul'da üç yüz ellinin üstünde örgütlenmiş taifeden bahseder.

Ne iş yapıyorlar derseniz bugünkü esnaf derneklerinin neredeyse aynı işlevi görüyorlardı. Ancak o yıllarda devletten “daha bağımsızdılar”. Bugünden bir diğer farkı “esnaf taifesi” tüccarlara “madrabaz” der tüccarları sevmezlerdi, çünkü esnaf üretici tüccar ise alım satımcı yani aracıdır. Devletle ilişkileri uzun konudur ancak devletin en büyük hizmeti “tedarik” yollarının güvenliğini sağlar.

Ve devlet pazarda denetim ve kontrolü sağlaması için İhtisap ağası atar, “muhtesip” denir ve fiyatların (narh) belirlenmesi ve satılan malların kontrolü denetimi… Hukuki ihtilaflar için lonca önce kadıya gider, sorun büyükse, o günün bakanlar kurulu davayı divani hümayun'a götürür.

Loncalar devletin en büyük vergi kaynağıdır.

İhtisap ağasının yanında yeniçerilikten gelme bugünkü zabıtanın karşılığı kol oğlanları olurdu, büyük kavgalar da buradan çıkardı.

Osmanlı'nın uzun karışık dönemlerinde yeniçeri ağaları başa belaydı, bizler, 1960'dan beri Türkiye'de her on yılda bir ihtilal olduğunu-olacağını biliriz, Osmanlı Tarihi'ne girdiğimizde de her on her yirmi yılda bir yeniçeri ayaklanmaları görürsünüz, padişah öldürmüşlerdir, padişahları tahttan indirmişler alikıran baş kesen olmuşlardır.

Yeniçeri zulmü öyle bir hale geliyor ki Loncalar önce kadıya gidiyor, olmuyor, sonra Divani Hümayun'a dilekçe veriyor, olmuyor, (ayrıntıları uzun) baş etmeleri mümkün değil.

Sonra, yıl 1651, on binlerce esnaf eline sopalar, satırlar alıp ayaklanıyor ve sarayın kapısına dayanıyor.

Birinci istekleri “vergilerin” indirilmesi, ikinci istekleri kendilerine zulüm yapan yeniçeri ağalarının kelleleri...

IV. Mehmed, birinci isteği kabul ediyor, ama ikincisi, Yeniçeri ağalarına söz geçirmek mümkün değil, kabul etmiyor.

Lonca üyeleri ısrar ediyor ve sarayın kapısından ayrılmıyor, bir gün, iki gün, derken...

Padişah dünya siyaset tarihinde eşi benzeri görülmemiş şekilde kendisinin çok korktuğu hatta kendini de koruyan “Yeniçeriler”e karşı loncanın tarafını tutuyor.

Oysa yeniçeri ağalarına karşı bir gücü yoktur, ne yapmalı?

Sıkı durun, şöyle, Sancak-ı Şerif'i çıkarıyor, yani savaş ilan ediyor, kime karşı, “yeniçerilere” karşı ve halk, esnafıyla birlikte sarayı korumak için yeniçerilere karşı ayaklanıyor.

Sonuç, yeniçeri ağaları önce taşraya sürgün ediliyor sonra bu üç büyük yeniçeri ağası yolda öldürülüyor.

Ve bu hadiseden otuz yıl sonra yine bir yeniçeri zorbalığına karşı aynı şey tekrar oluyor ve saray yine loncanın yanında yer alıyor.

Çünkü “esnaf” en büyük vergi kaynağı.

ERDOĞAN’IN BÜYÜK MUCİZESİ

Şimdi sormalı tarihin en nedameli günlerinde sivil örgütlerimiz loncalar yani esnafımız eline sopalarını alıp sarayın kapısına isyan edecek dayanacak gücü kendilerinde bulabiliyorlardı.

Bugün modern anayasaların verdiği miting, sendika ve siyasal haklara rağmen içinde yaşadığımız derin “sessizliği” yazarlarımız insaf edip bu güya modern çağı Osmanlı'nın karanlık dediğimiz yüzyıllarıyla bir mukayese yapsın!

Bundan on beş yıl önce Bosna gezisinde, bir işkence türü kazığa geçirmenin romanını yazıp Nobel almış İvo Andriç'in müze haline getirilen evini ziyaret etmiştik, romanın adı: Drina Köprüsü.

Yazar, şunu anlatıyor; kazığa geçirmek büyük sanatkarlık bir hüner, çünkü, kazığı alttan çakıp ağızdan ya da kafadan çıkartmak için kazık yavaş yavaş çakılıyor.

Ve işkencenin marifeti kazık ağızdan çıktığı halde kazığa geçirilen hemen ölmüyor, bir kaç gün yaşayabiliyordu.

Tayyip Erdoğan'ın büyük mucizesi o ki biz “yıllardır” yaşayabiliyoruz.

BİR ŞANSIMIZ HALA VAR…

Neo-liberalizm büyük krizini 2008'de Amerika'da adına “mortgage” konut kredisi kriziyle yaşadı ve tüm dünyada sonun başlangıcı oldu. Sebep, bu büyük krizde, Amerikan devleti krizin maliyetlerini halka yıktı ve krize sebep olan büyük rantiye şirketlerini kurtardı.

Amerika'nın neden krizi halka yıkıp rantiye şirketlerini kurtardığına dair on yılda on binlerce daha fazla akademik kitap yazıldı.

Görünen o ki, ülkemizde de “borçların yeniden yapılandırılması” adı altında, aynı şey tekrar ediliyor, kriz, yoksul halkın üstüne yıkılacak, rantiye şirketleri kurtarılacak.

Kriz kime patlayacak? 18 milyon çalışanın 12 milyonu asgari ücretle çalışıyorsa, bu krizin kimin üstüne yıkılacağı belli.

Kimler kurtarılacak, yeni zengin rantiye sınıfının tarikatçı, cemaatçi olduğunu hatırlamamız kafi.

Ancak bir şansımız hala var, (kadınların çantalarından ruj çıkartıp sürmeleri gibi) bankaların önünden geçerken bir siyah kalem çıkartıp gözlerimize SÜRME çekersek, din kardeşimiz kontenjanından paçayı kurtarabiliriz.

Nihat Genç

Odatv.com

YORUMLAR

  • 0 Yorum