Erdoğan’ın askeri danışmanı olan emekli General Adnan Tanrıverdi’nin SADAT adlı askeri şirketi elemanları aracılığı ile parti silahlı kuvvetleri haline getirmeye çalışıyor...
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ramazan Bayramı nedeni ile yaptığı açıklamada Ortadoğu’daki gelişmelerin Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit ettiğini ortaya koyan ifadeler kullandı.
Erdoğan şöyle dedi:
“Suriye ve Irak’ta oynanan oyunların, bölgede sahnelenmeye çalışılan kriz senaryolarının farkındayız. Ancak herkesin şu gerçeğinde farkında olduğunu umut ediyoruz. Türkiye, bu tür oyunlarla yutulamayacak kadar büyük bir lokmadır. Ülkemizi bu tarz tuzaklarla teslim alabileceklerini sananlara cevabımızı, bizzat yerinde, sahada vermekte kararlıyız. Toprak bütünlüğümüze ve milli birliğimize göz dikenler ile onların gönüllü ya da kiralık maşalığını yapanlar, hatalarını anladıklarında hepsi için çok geç olacaktır.”
Erdoğan, ayrıca ABD’yi PKK/YPG’ye yaptığı askeri yardım ve işbirliğinden ötürü sert bir şekilde eleştirirken, NATO’nun da gözden geçirilmesini istemiştir. Erdoğan’ın açıklamalarından yola çıkılır ise kendisinin Türkiye’nin bütünlüğünü savunmak konusunda çok kararlı bir siyasetçi olduğu düşünülebilir. Ancak olaylar incelendiğinde Erdoğan’ın aslında açıklamalarında samimi olmadığını düşündürecek birçok husus var. Erdoğan bu tehlikeleri aşmak ve etkisizleştirmek için politikalar geliştirmek yerine sadece kamuoyunun tepkisini azaltacak açıklamalar yapmakla yetiniyor.
ERDOĞAN’IN BARZANİ’NİN BAĞIMSIZLIK REFERANDUMU KARŞISINDA GERÇEK TAVRI NEDİR
Erdoğan’ın Irak’ta bahsettiği Türkiye’nin toprak bütünlüğü için karşı karşıya olduğumuz tehlike ile kastettiği herhalde 25 Eylül 2017’de Kuzey Irak’ta yapılacağı Barzani tarafından ilan edilen bağımsız Kürdistan referandumudur. Irak Türkmen Cephesi Yürütme Kurulu üyesi ve Erbil milletvekili Aydın Maruf Barzani’nin referandum açıklamasını yaptığı toplantıya katılmış ve kararını destekleyen bir açıklama yapmıştır. Aydın Maruf’un bu açıklamayı Ankara’nın onayı olmadan yapması mümkün değildir. Aydın Maruf’un ITC Genel Başkanı Erşad Salihi’nin açık bir şekilde karşı çıktığı referanduma Türkiye “evet” demeden “evet” diyemeyeceğine göre, Erdoğan’ın Barzani’nin bağımsızlık referandumu karşısında gerçek tavrı nedir?
Türk Dış İşleri Bakanlığı 9 Haziran 2017’de yaptığı açıklamada bağımsızlık ilanının “vahim bir hata” olacağını söylemekle yetinmiştir. Ancak Türkiye’nin böyle bir hatayı engellemek için ne yapacağı konusunda hiçbir şey söylememiştir. Bu doğrusu Uganda Dış İşleri Bakanlığı’nın da yapabileceği bir açıklamaydı. Erdoğan’da yaptığı açıklamada Barzani’ni referandum kararına karşı çıkmış, “Kuzey Irak’ın bağımsızlığıyla ilgili adım atmak Irak’ın toprak bütünlüğüne bir tehdittir. Temenni ederdim ki bunlar istişare yoluyla yapılsın”demişti. Özetle, Erdoğan’ın da kesin bir “hayır” dediği ifade edilemez. Üstelik, Sözcü İ. Kalın’da 14 Haziran’daki açıklamasında gazetecilerin referandum kararına karşı yaptırım uygulanacak mı sorusuna şu cevabı vermiştir:
"Şu anda gündemimizde böyle şeyler yok. Biz Bağdat'taki yetkililerle de bu konuyu görüşüyoruz. Onlarla konuşmadan yaptırım, sınır kapısını kapatma gibi tavrımız söz konusu değil."
Bu cevap göstermektedir ki, AKP'nin referandumu engelleme gibi bir kaygısı yoktur. Hâlbuki Barzani'nin memur maaşlarını Türkiye veriyor, petrol Irak anayasasına aykırı olarak çıkartıp Türkiye üzerinden pazarlıyorlar. Bu ikisi üzerinden Türkiye Barzani'yi baskı altına alsa ortada referandum kalmaz.
Üstelik Türk Dış İşleri Bakanlığı bağımsızlık referandumunun vahim hata olacağını açıkladıktan hemen sonra Erdoğan’ın başdanışmanı İlnur Çevik de “Herkesin devlet kurma hakkı vardır” diyerek, adeta bağımsızlık referandumuna onay vermiştir.
İlnur Çevik'in, “devlet kurmak herkesin hakkı” açıklamasının devamında şöyle demektedir:
"Elbette ki Türkiye’deki Kürtlerin de beklentileri olacaktır. Cumhurbaşkanımız bu süreç içerisinde açılım sürecini başlattı ama beklenilene ulaşılmadı. Kak Mesut ve Mahmut Celal bize bu çerçevede çok yardımcı oldu. Özellikle Kak Mesut bu süreci teşvik etti ama PKK bu süreci sabote etti. Er ya da geç Türkiye bu zorlukla karşı karşıya gelecek, kendi sınırları içerisinde yaşayan Kürt nüfusunun beklentilerini karşılamak zorunda kalacak."
İLKNUR ÇEVİK NEYİ KASTEDİYOR
İlnur Çevik Türkiye'deki Kürtlerin beklentisini karşılamak zorunda kalacak derken neyi kastediyor?
Sonuç olarak, Erdoğan, Irak’ın bölünmesi tehlikesine karşı sert bir tepki bile vermemiş iken bu bölünmeden büyük endişe duyduğunu söylemesi inandırıcı değildir. Üstelik Haziran ayı başında Rusya’nın Kuzey Irak Yönetimi ile yaptığı petrol anlaşmasının sonucunda uluslararası piyasalara satılabilmesinin tek yolunun da Türkiye olduğu ve Ankara-Moskova ilişkilerinin son durumu dikkate alındığında Erdoğan’ın sadece siyasi olarak değil ekonomik olarak da bir girişimde bulunduğu söylenemez.
Erdoğan’ın Suriye’nin kuzeyinde bir PKK devletçiğinin kurulmasına karşı sert bir söylem kullandığı doğrudur. Erdoğan ABD’yi PKK/PYD’yi desteklediği için ağır bir dille eleştirmektedir. Peki, Erdoğan ABD’nin PKK/PYD’ye askeri malzeme sevki için İncirlik üssünü kullanmasını engellemeyerek, PKK/PYD’ye askeri malzeme sevk edilmesine dolaylı olarak destek vermeyi nasıl kabul edebilmektedir? “Eğer ABD’nin PKK/YPG ile ilişkilerinden bu kadar rahatsız iseniz neden NATO’nun İŞID ile mücadele adı altında Suriye’ye gelmesine ve PKK/YPG ile dolaylı ilişki içerisine girmesine izin verdiniz?” Erdoğan’a sorulan meşru bir sorudur.
ERDOĞAN NEYİ BEKLİYOR
Aynı biçimde Erdoğan’ın yakın müttefiki Barzani’nin bölgesi YPG/PYD’ye silah, cephane ve her türlü yardımın aktarıldığı asıl merkez konumundadır. Erdoğan’ın bu konuda Barzani üzerinde baskı kurmadığı da görülmektedir. Yani, YPG üzerinde doğrudan ya da dolaylı olarak baskı kurmak mümkünken sadece sözlere dökülen bir eleştiri olduğu, hiçbir sözün eyleme dönüştürülmediği görülmektedir. ABD’nin desteğiyle Rakka’da IŞİD’e karşı çatışan YPG/PKK’nın birçok zaafının bulunduğu dönemde Türkiye, Afrin’de, Tel Abyad’da ya da diğer bölgelerde zayıflayan bu örgüte karşı herhangi bir operasyona girmemesi de soru işareti yaratmaktadır.
Erdoğan, neyi beklemektedir? IŞİD’i Rakka’da yendikten sonra YPG’nin terör eylemlerini Türkiye’ye yönlendirmesini mi? Fransız Cumhurbaşkanı bile “Beni kimse Beşar Esad’ın yerine geçecek kişi ile tanıştırmadı” diyerek, Esad’ı devirme politikasının yanlış olduğunu ve Fransa’nın Beşar Esad’ın Suriye’de varlığını kabul ettiğini açıklarken, Erdoğan neden hala Esad’ı devirme politikası izlemektedir? Esad’ın devrilmesi halinde Suriye’nin parçalanması ve PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde bir devlet kuracağı açık bir gerçek iken neden Erdoğan “Esad devrilsin” politikasını izlemeye devam etmektedir?
Irak ve Suriye’deki muhtemel bir parçalanma, Türkiye için Kıbrıs’ı ve KKTC’yi bugün olduğundan da önemli bir hale getirecek iken artık Avrupa Birliği ile ilişkileri ölen bir Türkiye’nin KKTC’den asker çekmesi ve garantörlük anlaşmasını tartışmaya açması, Türkiye’nin milli güvenliğinin ciddiye alınmadığını göstermektedir. Kıbrıs’ta üzerinde uzlaşıldığı söylenen siyasal anlaşmanın Kıbrıs’ı Girit yapacağı açık iken Erdoğan hangi milli menfaatimizi savunmaktadır.
Irak ve Suriye’nin bölünmesi sonrasında Türkiye’nin doğrudan tehdit altına gireceğini düşünen bir liderin, Erdoğan’ın içeride çok hızlı bir şekilde milli birlik ve beraberliği artıracak önlemler alması gerekir. Oysa, Erdoğan toplumu ayrıştırma, germeye ve düşmanlaştırmaya devam etmektedir. Kirli Referandum Türk toplumunu ağır bir şekilde ayrıştırmıştır. Bu süreçte Erdoğan’ın parlamenter demokrasiyi tercih eden kitlelere “darbeci”, karşıt “terörist”, “çukur” ifadeleri ile saldırması, vicdanlarda onarılmaz yaralar açmıştır. Kirli Referandum sonrasında Erdoğan’ın sıra “kültürel ve sosyal iktidarımızı kurmaya geldi” yaklaşımı, toplumu daha da derin bir ayrışmaya sürüklemektedir. Erdoğan’ın FETÖ karşıtlarını kendisine karşı olduğu için FETÖ’cü diye suçlaması, en çok FETÖ’ye karşı sürdürülen mücadeleye darbe indirmekte, “Erdoğan ile hiçbir konuda birlikte olunamaz” duygusunu güçlendirmekte, ayrışmayı derinleştirmektedir. Erdoğan’ın önümüzdeki günler atacağı adımların toplumsal ayrışmayı daha da derinleştireceği anlaşılmaktadır.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI RAPORLARINDA BİLE BU TEHDİT İFADE EDİLİYOR
Toplumsal ayrışma güçlenirken, Diyanet İşleri Başkanlığı raporlarında bile bu tehdit “Birlikte yaşama kültürünün geliştirilmesi gerekiyor” diye ifade edilmek zorunda kalınırken, Saray ve AKP çevrelerinden Erdoğan’ın taraftarlarının silahlandığı duygusunu verecek açıklamaların ısrarlar yapılması ve adımların atılması, toplumsal ayrışmayı bir iç savaş korkusuna dahi dönüştürmektedir. Biz kısım insanımız Türkiye’yi terk ederek başka ülkelere yerleşmeye başlamıştır. Önümüzdeki dönemde Türkiye’den ayrılan siyasi mültecilerin sayısı artacaktır. Sanal âlemde silahlanmış AKP’lerin görüntüleri dolaşmakta, Erdoğan’ın yakınları silahlandıklarını duyurmakta, Saray Arşiv müdürü Muhammed Şafi “Her eve bir otomatik silah ve 1000 mermi gerekiyor” demektedir. İç İşleri Bakanlığı 2017’nin ilk üç ayında sadece ruhsatlı silah sayısı artışının % 10 olduğunu belirtmektedir. Özel güvenlik şirketlerinin elemanlarına uzun namlulu silah verilmesi konusunda yetki Genelkurmay Başkanlığı’ndan alınarak, valiliklere verilmektedir. Bütün bu gelişmeler yurttaşların önemli bir bölümünde “Bunlar bizi kıtır kıtır keser”korkusunu uyandırmaktadır. Üstelik Erdoğan’ın “Bunları yaparsanız iç savaş çıkar” diyen bir müsteşara “Çıkar ise çıksın ezer geçeriz” dediği Levent Gültekin tarafından yazılmış ve hiçbir yalanlama gelmemiştir.
ADNAN TANRIVERDİ, SADAT VE TÜRK ORDUSU
Irak ve Suriye’deki parçalanmanın ülkemizi daha ağır şartlar ile karşı karşıya getireceği açık. Bu durum Türkiye’nin güçlü bir askeri yapıya sahip olmasını gerektiriyor. Oysa önce FETÖ’ye Türk ordusunu içeriden çürüttüren Erdoğan, şimdi de TSK’yı, başkanı Erdoğan’ın askeri danışmanı olan emekli General Adnan Tanrıverdi’nin SADAT adlı askeri şirketi elemanları aracılığı ile parti silahlı kuvvetleri haline getirmeye çalışıyor. Orduyu partileştirmek, devleti yıkmak anlamına gelecektir. Irak ve Suriye’de parçalanma devam ederken, Türk ordusunun parti ordusu haline gelmesi, Türkiye’yi küçük ve yutulabilecek bir lokma haline getirecektir.
Irak ve Suriye’deki gelişmelerin ülkemiz için daha ağır tehdit haline gelmesini sağlayan bir hususta Suriyeli mülteciler meselesidir. Sayıları 4 milyona yaklaşan ve şimdiye kadar harcanan 30 milyar Dolar ile ekonomimiz üzerinde çok ağır bir yük oluşturan Suriyeli mülteciler meselesi, ülkemizin geleceğini çalabilecek bir faktör olmaya adaydır. İşsiz ve eğitimsiz, % 35’i post travmatik stres bozukluğu geçiren, her iki Suriyeli çocuktan birisinin klinik depresyonda olduğu bir mülteciler topluluğundan bahsediyoruz. Bunların geleceği, Ortadoğu’nun en büyük mafya ve terör örgütünün zeminini oluşturmalarıdır.
İşte, Irak ve Suriye bölünür ise bizi yutamazlar diyen Erdoğan aslında,
1) Irak’ın bölünmesine ciddi bir tepki göstermemekte,
2) Suriye’nin bölünmemesi için gereken siyaseti izlememekte,
3) Milli birliği güçlendirmek yerine, toplumu ayrıştırmakta,
4) Ordunun içinde FETÖ’cü unsurları ayıklayarak milli ordu inşa edeceğine, orduyu AKP’lileştirmeye çalışmakta,
5) Suriyeli mültecilere dönecekleri bir ülke için çalışmak yerine, onları Türkiye için büyük tehdit oluşturacakları bir belirsizliğe itmektedir.
Sonuç olarak Erdoğan Türkiye’ye yönelik tehditlerden bahsederken izlediği politikalar bu tehditleri azaltıcı değil aksine artırıcıdır. Bu iyi bir gidiş değildir.
Türkiye’nin milli güvenlik politikasını ciddiye alan bir yönetime ihtiyacı vardır. Yeni milli güvenlik politikasının temelinde milletimizi kutuplaştıran, yabancılaştıran politikaların yerine kucaklaştıran politikalar olmalıdır. İktidar milletin % 51’ini değil, % 100’ünü kucaklamalıdır. Hangi partiden olur ise olsun bütün yurttaşlarımız Türk Milleti’nin mensubudur. Hiçbir parti mensubuna sadece parti mensubiyetinden dolayı iyi veya kötü davranılmamalı, liyakat, işin ehli olmak esas olmalıdır.
BUNUN BEDELİNİ TÜRKİYE ÇOK AĞIR ÖDEMEKTEDİR
Bir milletler mezarlığı olan Anadolu tarihin en zor coğrafyalarından birisidir. Bu coğrafyada birçok devlet yıkılmış, bir çok millet tarihin tozlu yaprakları arasında kaybolmuştur. Anadolu’da bir devlet ve milletin bağımsız varlığı, milli birliğinin güçlü olmasına ve güçlü bir orduya sahip olmasına bağlıdır. Türk Milletini ayrıştıran, düşmanlaştıran politikalar derhal terk edilmelidir. Güçlü ordu ise ancak milli ordu olabilir. TSK’da FETÖ yapılanmasının önünü açmanın bedelini Türkiye çok ağır ödemektedir. Aslında bu konuda ülkemiz gerçek fatura ile karşı karşıya daha kalmamıştır. Ordu asla milli ordu niteliğini yitirmemelidir.
Türk dış politikasında kişiler ve parti ideolojileri değil, Türkiye’nin milli çıkarları esas alınmalıdır. Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu coğrafyalarını birleştiren Türkiye bu üç kritik bölgeye barış ve istikrar ihraç etme çabası içinde olmalıdır. Anılan coğrafyalardaki düşmanlıklarda taraf değil, uzlaştırıcı niteliği ile ön plana çıkmalıdır. Ancak Ortadoğu’da sınırların değişmemesi konusunda Türkiye daha etkin ve aktif bir rol oynamalıdır. Suriye’de barışın ve üniter devletin tesis edilmesi için gerçekçi, Türkiye’nin milli menfaatlerini temsil eden politikalar benimsenmelidir. Türkiye’deki Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri ve döndükten sonra yerleşimlerine yardımcı olmak için etkin önlemler alınmalı, Suriye yönetimine yardımcı olunmalıdır.
Özetle, Türkiye’nin hem içeride hem dışarıda barışa ihtiyacı vardır. Erdoğan’ın içeride ve dışarıda kavgacı karakterinin bedelini Türkiye ödemek zorunda kalmamalıdır.
Ümit Özdağ
Odatv.com
YORUMLAR