İstanbullu için hem ucuz, hem de kaliteli ekmek üretiyoruz." 20 yıldır öyle denilmiyor muydu? O zaman neden halkın ekmeğine göz diktiniz!
Yer Üsküdar. Başkanından emir alan bir şahıs, İBB tarafından kurulan Halk Ekmek büfesini "neye mal olursa olsun bunu buradan kaldıracağız" diyordu. Neye mal olabilir?
Birkaç gün sonra yer Ümraniye. Aynı tablo: "İBB buraya ekmek büfesi kuramaz, halka ucuz ekmek satamaz." Kapitalizmin kurucuları bile bu kadar ileri gitmemiştir herhalde.
Ekmek çarpar derler ya, harbiden çarpar. Halk da bunları yazıyor. 70 yaşlarında bir teyze, hem de başörtülü. O büfenin önünde bakın ne diyordu:
"Biz de sıcak ekmek yemek istiyoruz. O zaman halk ekmek gibi 1 TL yapın ekmek fiyatlarını, bu Halk Ekmek büfelerine gerek kalmasın. Herkes gitsin büfeden alsın. Yeter artık, insanları canından bezdirdiniz. Bizi darmadağın ettiniz, yuvalarımızı dağıttınız, yeter artık. Çekin elinizi yakamızdan. Bir ekmek büfesidir, bırakın insanlar ekmeğini yesin, ucuz ekmek alsın. Kuyruklarda bekliyoruz saatlerce, siz de gidip o kuyruğa bir girsenize. Yöneticiler, engel olmak isteyenler bir de siz girin şu kuyruklara. Artık bıktık. Canımızdan bezdik. Konuşuyorum, çünkü ben mağdurum. Çünkü benim evimi yıktılar, evimi darmadağın ettiler. Şimdi de ekmeğimi alıyorlar elimden."
İtibar paramparça. Tabi o arkadaşlar yine boş durmadı. 25 yıl yönettikleri İstanbul'da, 25 yılda akledemedikleri bir nokta akıllarına geldi: Halk Ekmek bakkallarda, marketlerde satılsın. İBB meclisinden de geçirdiler.
Hadi niyetleri kendilerinin olsun! Hangi bakkal veya market bir rafta 2 liralık diğer rafta bir liralık ekmek satar? Hadi sattı diyelim! Fırıncıların feryadını kim duyacak? Onu da geç! Ucuz ekmek dalgası Anadolu'ya yayılırsa merkezi hükümet bunun altından kalkabilecek mi?
Düşünsenize! 20-25 yıl yönettikleri İstanbul'da 2. Abdülhamid getirmiş olduğu Hamidiye suları neredeyse kutsallarımız arasına girecekti.
Belediye su satıyordu. Hem de öyle böyle değil. Bütün devlet kurumları, ilçe belediyelerinin tüm kurumları, hastaneler, bankalar vs. hepsi suya otomatikman abone olmuşlardı. İyi kazanıyorlardı ve bu kazandıklarını İstanbullu için harcadıklarını iddia ediyorlardı.
Belediyeyi kaybettiler ve anında kutsallaştırdıkları suyu bir kalemde sildiler. Kimse Hamidiye sularını almaz oldu. Devlet kurumları bile aboneliklerini iptal ettiler.
Kısaca hizmet için çıkılan yolda ihtiraslar galip geldi. Allah (c.c) kurtarsın!
Sana yasal bana yasak
En başa gidelim! 2019'un son ayında tespit edilen virüsün Türkiye'ye neden üç ay gecikmeli geldiğini (tespit edildiğini) hala kimse açıklamış değil!
Virüs geldi. Bu salgının siyaset üssü bir gerçek olduğu ve mücadelenin devlet-millet iş birliği ile üstesinden gelinebileceğini herkes kabul ve ifade etti. Ama mücadelede particilik öne çıktı.
Salgın her alanda yayılmaya başladı. Rakamlar tartışılmaya başlandı. Veri göstergelerine ayarlar verildi. Ama salgın durmadığı için hala tartışılan o tedbirler uygulamaya konuldu.
İlginçtir! Tedbirlerde bile particilik öne çıktı.
Örneğin 19 Mayıs kutlamaları salgın nedeniyle kısıtlanırken Ayasofya'nın açılışı şova dönüştürüldü. 350 bin kişi katıldı.
30 Ağustos'ta aynı gerekçe ortaya konulurken yaşanan tabi felaketler sonrası halka topluca hitap edildi. Açılışlar miting havasında yapıldı. 250 gram çay atılma geleneği devam etti.
Dünya virüsten kıvranırken bizimkiler okulları açsak mı, açmasak mı diye düşünüyordu. Açtılar sonra kapattılar.
Virüs mutanta (değişime) uğramıştı. AB ülkeleri peş peşe tam kapanma kararları alıyordu. Ülkemizde de tam kapanma tartışmaları başlamıştı. Tam kapanma isteyenler hain bile ilan edilmişti.
Ama rakamlar artık tabloya sığmamaya başlamıştı. BTP Lideri Hüseyin Baş, Kasım başında 1 aylık olmazsa 15 günlük tam kapanma önerisi getirdi ve bu kapanmanın maliyetinin 250 milyar TL olacağını, bu rakamın da nasıl karşılanacağını açıkladı.
Dinlemediler. 'Biz, bize yeteriz' diyerek durmadan yola devam ettiler. Bir, iki, üç, dört, beş, altı derken parti il kongrelerini yaptılar. En son büyük kongrelerini de yaptılar.
Salgın ortamında yüz binleri kucaklaştırma ile övündüler. Yetmedi on binlerin katıldığı cenaze törenlerine izin verdikleri gibi kendileri de katıldılar.
Tabi bu tabloyu gören vatandaşlarımız, "neden sana yasal da, bize yasak" mantığıyla tedbirleri hiçe saydılar. Salgın artık hemen her eve girmişti.
Artık rakamlar bile isyana geçmişti. 2021'in ilk gününde 212 vatandaşımız hayatını kaybederken toplam vefat sayımız 21 bin 90 idi.
25 Nisan 2021 tablosunda ise 347 can kaybı, toplamda ise 38 bin 358 ölüm vardı. Yani dört ayda rakamlar neredeyse ikiye katlanmıştı ve beklenen tam kapanma kararı geldi.
Neden şimdi bu karar alındı, sorusu en çok sorulan soru. Cevap açıktır, yaz yani turizm sezonu geliyor ve birçok ülke, vatandaşlarına Türkiye'ye gitmemesi önerisinde bulunuyordu. Rakamların düşmesi lazım…
Tabi bu kadar art niyetli olmayın diyenler olabilir. Haklısınız. Ama bakış açısı bana ait değil.
Tarih 7 Nisan ve Sayın Erdoğan şöyle diyordu: "Şayet biz ramazan ayındaki tedbirlerimizle vaka sayılarını birkaç binli rakamlara düşürebilirsek, Mayısla birlikte başlayacağı anlaşılan turizm sezonu ve bunun içeride açacağı hareketliliği yakalayabiliriz."
Kapanmanın detayları belli oldu. İllere genelgeler gönderildi. Ama kapanmanın maliyeti ile ilgili ortaya konan bir şey yok. Ortada belirsizlik var.
Gerçi iktidarın ekranlardaki gönüllü fedailerinden daha önce "Almanya bizi kıskanıyor" diyen Zafer Şahin CNN Türk'te, "Devlet onu da versin, bunu da versin, öyle ütopik (hayali) bir devlet yok" dedi. Nedenini ise "ihtiyaçlar sınırsız ama ekonomi sınırlı" olarak açıkladı ama bakalım iktidar ne diyecek?
Hani 'Allah beterinden korusun' diyoruz ya! Bu olsa gerek.
Akın Aydın
akinaydin @ yenimesaj.com.
YORUMLAR