Şu sıralar Alman resmi haber kanalı DW’de (Deutsche Welle), Türkiye’nin sıkışan ekonomik tablo karşısında çareyi IMF’ye koşmakta bulacağına dair haberler yayınlanıyor. Hem de sıklıkla. Almanya deyip geçmeyin. Türkiye’nin apar topar Londra’ya koşmasını irdeleyin, arkasında Almanya’yı bulursunuz. Sözümona Amerika ile arası bozulan Türkiye’yi, Amerika’nın bir numaralı müttefiki İngiltere’nin kucağına iten süreçte emin olun aracı Almanya’dır.
Gelelim DW’nin haberlerine:
DW, seçimlerden önce yaptığı haberlerde “IMF’nin Türkiye için teyakkuzda olduğu” başlığını atıyor ve şöyle diyordu: “Washington’da Uluslararası Para Fonu (IMF) bünyesinde bir ekip oluşturularak Türkiye’nin IMF’nin kapısını çalması ihtimali nedeniyle tedbir amaçlı bir senaryo üzerinde çalışılmaya başlandı. İsmini vermek istemeyen ve IMF yetkilileri ile temas halinde olan konuya yakın bir kaynak DW Türkçe’ye verdiği demeçte ‘liradaki devalüasyonun çok dramatik durumda olduğuna’ dikkat çekerek IMF bir acil durum grubu oluşturdu” diyor.
Seçimlerden hemen sonra ise DW yine devreye girdi ve dolardaki düşüşe rağmen Aram Ekin Duran’ın şu haberine yer verdi: “İnşaat sektörü öncülüğündeki büyümenin sonuna gelindiğine işaret eden ekonomistler, seçim sonuçlarından bağımsız olarak Türkiye’nin yakın geleceğinde IMF ile yeni bir anlaşmanın olduğunu vurguluyorlar.”
DW’ye konuşan Ekonomist Mustafa Sönmez de “Türkiye’nin kendi özel şartları bir yana, artık uluslararası sermaye gelişmekte olan ülkelerden çekiliyor. Yani para bulmak giderek zorlaşıyor. Cari açık giderek büyüyor. Maalesef Türkiye yakın gelecekte Arjantin gibi kredi bulmak için yeniden IMF’nin kapısını çalabilir diye düşünüyorum” diyor.
Peki, Türkiye IMF’nin kapsını çalar mı?
Çalar, zira yeni dönemde Türkiye’ye verilen ‘yeni görev bu.’
“IMF ile birlikte çalışacaksın!”
Londra’da, DW’de bunun altyapısı hazırlanıyor.
Aslında Türkiye son 15 yıldır tam da IMF’nin istediği gibi bir politika izliyor. Yani köklü bir anlaşma yapsaydık bundan daha iyi bir bağımlılık olmazdı “küresel sermaye odaklarına.”
Ama görünüyor ki 'altın vuruşu vurma vakti' geldi.
Görünüyor ki gırtlağına kadar borca batmış Türkiye’yi, çok hayran oldukları Abdülhamit’in imzaladığı Düyunu Umumiye akıbetine uğratacaklar.
Londra kapılarına koşanlara, IMF ile yeni bir sayfa hazırlamaya çalışanlara son uyarımızı yapalım:
IMF reçetelerinin nasıl bir sonuç vereceği ile ilgili, çok anlamlı bir atasözümüz var: “Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.”
IMF bugüne kadar pek çok ülkede benzer politikaları dayattı. Sonuç hep aynı oldu: Açlık, yokluk, isyan, iç savaş, daha da derinleşmiş kriz.
Nitekim IMF’den uyum kredisi için borç alan 137 ülkeden 81’inin IMF’ye bağlılığının daha da arttığı, 48’inin durumunun daha da kötüleştiği, 32’sinin tamamen yoksullaştığı bilinen bir gerçek.
IMF politikaları milli ekonomilerin imhasını hedef alıyor. Dünya Bankası eski yöneticilerinden, Nobel ödüllü Prof. Dr. Joe Stiglitz de IMF’nin milli çıkarları mahvettiğini söylemekten çekinmiyor.
IMF bunu yapmak zorunda... Zira yaşama şansı buna bağlı. Bugün dünya nüfusunun yüzde 15’ine sahip zengin ülkelerin dünya gelirinin yüzde 80’nin kontrol etmesinin doğal sonucu bu. Ülkeler milli ekonomiler dahilinde ne üretiyorlarsa bu ürünlerin IMF-ABD tarafından sağlandığına şahit oluyoruz.
Tayland’ın ihracatının yüzde 15’ini pirinç oluşturuyordu. ABD 1990’lı yılların başında 8 dolar olan pirincin fiyatını 4 dolara indirdi ve pirinç satan Tayland pirinç alır hale geldi.
1986’ya kadar ABD’ye ihraç edilen Şili üzümleri, salkımların içine sıkılmış siyanüre rastlanması sonucu (!) ihraç yasağına uğradı.
Togo, Angola, Sierra Leone gibi yoksul ülkelerin buğday, mısır, pirinç üretimleri benzer ayak oyunlarıyla engellendi. Bu ülkelerde ithalata başladılar.
Meksika’da şeker üretimi, Somali’de çobanlık yani hayvancılık, milli ekonominin temeli sayıldığından IMF politikalarıyla imha edildi.
IMF yöneticileri sisteminin müfreze birliği olarak görevini yapıyor. Perşembenin gelişini Çarşamba’dan gösteren IMF mönüsü aslında hep aynı: Bütçe disiplini, devalüasyon, ticaret liberalizasyonu ve özelleştirme. Bu mönü ile borçlanan ülkeler ekonomik bağımsızlıktan maliye ve para politikaları üzerindeki denetim haklarından vazgeçiyorlar.
Sonuçta da krizler, isyanlar çıkıyor. Bunun o kadar çok örneği var ki:
Somali, gıda üretimi yönünden 1976’ara kadar kendine yeten bir ülke idi. Ekonomisi hayvancılığa dayanıyordu. 1980’lerdeki IMF müdahalesi ülkede tarım krizini başlattı. Kendine yeten ülke ithalata başladı. Hayvancılığın imhası için birçok engel konuldu. Tarımsal altyapı çökertildi.
Sonuçta borç, açlık ve isyan bekliyordu Somali’yi.
Ruanda’nın kaderi de aynıydı. Kahve ülkenin en önemli milli ürünü idi. IMF reçetesi, devalüasyonu getirdi. Kahve üretimi yarı yarıya azaldı. Tarımsal girdi fiyatları arttı.
Ruanda’da açlık ve isyan derinleşti.
Hindistan’ı bekleyen süreç de aynıydı. 1991’de IMF ve Dünya Bankası ile imzalanan yapısal uyum programları, ülkede çok ciddi tahribatlar meydana getirecekti.
Bu anlaşma ile pirinç fiyatları yüzde 50 arttı, gübre sübvansiyonunun kaldırılması ile tarımsal girdi fiyatları arttı. Ülkenin yüzde 70’ini oluşturan çiftçiler iflasa sürüklendi.
Ticaretin liberalizasyonu ile yerli üretim durma noktasına geldi. Tekstil sektöründe çalışanların yarısı işten atıldı. Birçok sanayi dalı kapandı.
Sonuç, Keşmir, Pencap ve Assan’da isyanların çıkmasıyla kendi gösterdi.
IMF reçeteleri Hindistan’da da isyanla sonuçlandı.
IMF’nin Bangladeş reçetesi de aynı planın olağan bir sayfası gibi.
IMF tarıma verilen destekleri kaldırttı. Küçük ve orta ölçekli çiftçiler iflas etti. Bretton Woods kuruluşları tarımsal alt yapıyı gözardı etmenin yanı sıra ticari liberalizasyon ve tahıl piyasasının kuralsızlaştırılması ile iç pazara yönelik gıda tarımı da durdu.
Sonuç: Kıtlık ve ölüm.
Brezilya, Peru, Bolivya, Rusya, Eski Yugoslavya gibi pek çok ülkenin başına gelenler de aynıydı ve yer darlığı nedeniyle sadece bu ülkelerin durumunun da IMF reçeteleriyle büyük darbelere maruz kaldığını söylemekle yetinelim.
Türkiye, bütün acı gerçeklere rağmen, IMF ile geçmişte yaşadığımız bunca olumsuzluklara rağmen, IMF’nin dünyada yaptığı tahribatlara rağmen, yeniden IMF’nin kapısını çalarsa, 24 Haziran seçimlerinin gerçek sonucu bu olur.
Yani 24 Haziran’dan IMF ve Duyunu Umumiye çıkar.
Muharrem Bayraktar Yenimesaj
YORUMLAR