Böylesini bugüne değin görmemiştik. 4 Ekim günü Hürriyet’te yayımlanan, tam sayfa ilandan söz ediyorum. Yandaş havuz medyasının başka organlarında da çıkıp çıkmadığını bilmediğim ilan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a 24. 9. 2019 tarihinde Birleşmiş Milletler 74. Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmadan dolayı “teşekkür etmek!” için, merkezleri Almanya’da olan kimi Türk- İslam kuruluşları tarafından verilmiş. Aralarında bir de İstanbul merkezli bir vakıf var.
Metin, okurken insanı bayan, ölçüsüz bir övgü tepeden tırnağa. İlk bakışta iç bunaltan bir yağcılık örneği gibi görüyor ve “şimdi bu nereden gerekti” diye soruyorsunuz.
Sonra sabrınızı zorlayıp biraz daha dikkatle okuduğunuzda, bunun Tayyip Bey’in BM kürsüsünden yaptığı konuşmanın prospektüsü, yani nasıl anlamak, nasıl kullanmak gerektiğini gösteren kılavuzu olduğunu görüyorsunuz.
Gerçekten de ilanda amaçlananı, insanüstü yetenekte bir dünya lideri ve “yaklaşımıyla dünyadaki mazlumların sorunları karşısında Batı dünyasının riyakâr çözümlerini mahkûm etmiş, ülkesinin ve İslam âleminin büyük lideri vasfını bir devlet adamı üslubu ve şıklığıyla BM kürsüsünden dünyaya ilan etmiş” bir Tayyip Bey görüntüsü yaratmak. Sanırım çok kişi, dış dünyadan çok, iç tüketime yönelik olan konuşmayı dinlerken, mazlumların savunucusu, İslamın önderi görüntüsü yaratma amacını sezmiştir.
Zaten, son dönemde Tayyip Bey’in dış politikadaki bütün girişimleri bu havayı yaratmaya yönelik.
Özellikle İslam âleminin büyük lideri etiketi için her şeyi yapıyor Erdoğan.
***
Peki, İhvancı yaklaşımıyla bağdaşan bu etiket Tayyip Bey’e gerçekten uyuyor mu?
Bu soruya olumlu bir yanıt vermek pek kolay hatta pek mümkün görünmüyor.
Bunun nedeni yalnızca sonradan iade etse de, bir zamanlar Yahudi Cesaret Nişanı almış olan ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı oluduğunu ilan eden bir kişiden İslamın liderini oluşturmanın imkânsızlığı değil, ama aynı zamanda yüzyıllar süren Osmanlı egemenliğinin (dilerseniz “ağabeyliği” de diyebilirsiniz) Arap âleminde yarattığı ve hâlâ izleri silinmemiş olan travmadır. Yalnız Erdoğan’ın değil, gelmiş geçmiş bütün liderlerimizin büyük destek verdikleri Filistinlilerin Türkiye’ye bu kadar soğuk durmalarını biraz da bu travma ile açıklamak mümkündür.
Arap âleminin büyük bölümünde görülen bu Türk alerjisini, Cumhuriyetin laik tercihleriyle açıklamak da mümkün değildir. Osmanlı’da İslamcı politikanın temsilcisi olarak görünen Abdülhamit de Arap dünyasının bu tavrını farkındaydı. Nitekim İngiltere’ye karşı elinde pek fazla askeri, siyasi ve ekonomik kozu olmadığından “beş yüz milyon Müslüman’ın halifesi” kartının üstüne titrerken, bu kozun etksinin sınırlı olduğunu bilir, arada tehditkâr bir ifadeyle kullanmanın ötesine geçmezdi.
***
Nitekim, 1889 da Mısır, Hindistan ve Asya kıyılarında Müslüman nüfus üzerinde büyük heyecan uyandıran Ertuğrul fırkateyninin ziyaretini ustalıkla kullanan ve Londra’yı telaşlandırmayı beceren Abdülmahit, devrilmesinden sonra halefi Mehmet Reşat’ın Birinci Dünya Savaşı sırasında, Sancakı Şerif’i çıkarıp, İngiltere’ye cihat açmasını “büyük bir hata” olarak nitelemişti.
Ama merak etmeyin! Tayyip Bey’in, çok hevesle sarıldığı İslam âleminin büyük lideri vasfının gerçeklerle bağdaşmaması, yine de bu politikasından vazgeçmesine neden olmaz.
Çünkü İslamın lideri politikası, dış dünyaya dönük olan ve gerçek liderlik yaratmaya yönelik bir tercih değil, ama iç tüketime dayalı, İslamın lideri Tayyip, algısı yaratmaya yönelik kurnaz bir seçimdir.
Ve şu sıralarda, birçok açıdan sıkışmış olan Tayyip Bey’in o algıya o kadar çok ihtiyacı var ki...
YORUMLAR