GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI

[email protected]

Kanal İstanbul'a odaklanmışken daha büyük bir belayı ıskalamayalım

26 Aralık 2019 - 10:16

Kanal İstanbul’a karşı çıkmak ile yabancı topraklara asker göndermeye, yabancı topraklarda savaş sürdürmeye karşı çıkmak bir ve bütündür



Meşhur hikâyedir: Kasabaya cambaz gelmiş, kadın erkek, çoluk çocuk seyre gitmişler. Kadınlardan birinin arkasında duran herif, kalabalıktan istifade taciz faaliyetinde. Kadıncağız kıpırdandıkça, ittikçe, söylendikçe, adam pişkin pişkin “Aldırma cambaza bak” diyor.

Bizler de o kadıncağızın durumundayız. Cambaza bakarken arkamızdan parmağı yiyip duruyoruz. Son cambaz gösterisi Kanal İstanbul.

Sakın ola ki Kanal İstanbul çılgınlığını küçümsediğimi, önemsiz gördüğümü sanmayın. Geçen yazıda da ifade etmeye çalıştığım gibi, bu sadece İstanbul’un değil orta ve uzun vadede Türkiye’nin, hatta denizleri, toprakları, doğasıyla bütün bölgenin yıkım projesi olabilir. Kısa vadede ise iktidarın kader projesi olacaktır.

Bazı işlerin dönüşü, pardonu yoktur. “Allahım da halkım da affetsin” diyerek işin içinde sıyrılamazsınız. Bugün sıyrıldığınızı sansanız yarın suçunuz ayağınıza fena dolaşır. Tıpkı idam gibi, cinayet gibi; doğaya, çevreye, şehre, bölgeye, tarihe ve geleceğe böylesine bir müdahaleden ilerde pişman da olsanız gideni geri getiremezsiniz.

Kanal İstanbul dayatması ve tartışmalarının hayırlı bir yanı da var, hayırlara vesile olsun, diyorlar ya… Bizzat bânii’nin “çılgın” olarak nitelediği Kanal İstanbul, Erdoğan iktidarının simgesi ve aynasıdır. Günlerdir gündemi (haklı olarak) esir alan Kanal İstanbul konusu, bizlere otoriterlikten totaliterliğe ve tek adamın “Çatlasanız da patlasanız da ben yaparım, olur” mutlakçılığına karşı yurttaşlık bilincimiz, sorumluluğumuz ve cesaretimizle geniş bir direnme alanı sunuyor. Demokratik haklarımızı kullanarak, akıllı, yaratıcı, birlikli, barışçı, bir o kadar da kararlı ve cesur bir mücadeleyi an geçirmeden başlatmamız gerekiyor. Başlatılacağından ve sürdüreceğimizden eminim, çünkü bıçağın kemiğe dayandığı noktada, kitleler silkinir, "biz de varız" derler. 

Cambaza bakarken tam farkına varamadığımız bela



Kanal İstanbul’un lâftan fiiliyata geçirilmesine kısa vadede cesaret edilebileceğini, cesaret edilse bile projenin kısa sürede hayata geçirilip sürdürülebileceğini sanmıyorum. İlk kazma vurulduğunda, ilk iş makinaları çalışmaya yeltendiğinde önlerinde yüzbinlerin engelini bulacaklardır.

Ancak başka bir konu var; ülkemizin, halklarımızın, çocuklarımızın geleceği açısından Kanal İstanbul kadar, bence daha da tehlikeli, üstelik de sinsi sinsi gelişen bir proje: Tek adamın aile, hısım akraba çevresi ve kendisine aşık olduğunu ifade ettiğinden beri “Şems” olarak anılan kişinin ve benzer sermaye gruplarının tekelinde gelişen savaş/silah sanayii.

Güçlük şurada ki, Kanal İstanbul’un bir felaket olduğunu anlayan veya ikna edilebilecek geniş kesimlerin önemli bölümü, bu konuda bana katılmayacak, savaş sanayiimizin (utangaç bir yalancılıkla “savunma sanayii” denilen şey) geliştirilmesi neden felaket olsun ki, diyeceklerdir büyük olasılıkla. Türk’ün bilincine genetik kod olarak işlemiş şoven milliyetçilik, iktidarın etkisindeki kitlelere zerk edilen fütuhatçılık, savaşçılık, çocukluğumuzdan beri esiri olduğumuz vatan-millet-Sakarya ezberi, bilinçlerimize işlenen yedi düvelin bize düşman olduğu, Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığı yutturmacası, barışı savunmanın, savaşlara karşı çıkmanın vatan hainliği olduğu algısı ve suçlaması, savaş sanayiine ve silahlanmaya karşı duruşu büyük ölçüde zorlaştırıyor. Devlet destekli Erdoğan iktidarının son yıllardaki savaşçı, yayılmacı, fütuhatçı “beka” politikası milliyetçi güdüleri azdırıyor.

Ekonomik kriz içindeki ülkede halkın önemli bölümü açlık sınırında yaşamaya çalışırken, memnuniyetsizlik gün be gün artarken, iktidarın sözcülerinin kalkanı savaş harcamaları oluyor. Haklarını isteyen emekçilere/emeklilere “Siz savaşmanın maliyetini biliyor musunuz; sadece bir yıllık obüs mermisinin maliyeti 5 milyar dolar” cevabı verilebiliyor pervasızca. Bu arada milyar dolarlık silah alımları, silah alımı sözleşmeleri yapılıyor. Ailenin ve en yakınlarındaki bir avuç Reis aşığı “Şems” sermayedarın elindeki savaş sanayii yatırımları büyüyor, güçleniyor. Muhalefetin üzerinde ısrarla durduğu tank-palet fabrikasının katar sermayesi ve Şems sermayesine peşkeş çekilmesinin asıl nedeni de savaş sanayiinin tek adam çevresinde tekelleştirilmesi.

Yapısı gereği tehlike olan savaş/silah sanayiinin oligarşik bir merkezde tekelleşmesinin nasıl bir tehdit ve tehlike yaratacağının muhasebesini okura bırakıyorum.

Savaş baronları kulübünün yeni üyeleri



Dünyanın günümüzdeki perişan halinin: savaşların, çatışmaların, şiddetin, terörün, savaşlardan kaçan milyonlarca insanın acılarının, kaçamayanların ölümlerinin, milyarlarca insanın yerlerinden yurtlarından edilmesinin, açlık ve sefaletin, yaşanan insanlık dramının baş müsebbipleri olan, savaş sanayiinin çarklarını çeviren uluslararası tekeller, silah şirketleri ve onların devletleri, daha doğrusu onların devletlere hükmetmesidir.  

Günümüzde dünyaya, milyarlarca insanın, hepimizin kaderine savaş baronları hükmediyor. Ve işte ülkemizde de -etine göre budu- küçük çaplı, bir o kadar da hırslı ve gözükara savaş baroncukları, savaş baronları kulübüne üyelik için canla başla çalışıyorlar. Bunu da kitlelere beka sorunu, vatanseverlik, vb. diye yutturuyorlar. Türkiye’nin günümüzdeki “beka” kılıflı savaşçı dış politikasının nedenini, kökenini biraz da bu noktada aramakta yarar var.

Savaş baronlarının ve baroncuklarının iktidarı geriletilmedikçe ne dünyada, ne bölgede, ne ülkede savaşlar ve çatışmalar sona erecektir, çünkü savaşlardan kan alan, savaşlarla semiren sermayenin en büyük düşmanı barıştır. Barış istemenin neredeyse suç sayılması, “Sınırların ötesinde ne işiniz var”, demenin, ya da silah sanayii yerine insanı geliştirmeye yönelik yatırımlar istemenin vatan hainliğiyle bir tutulması bundandır.

Libya’ya asker gönderilmesinin gündemde olduğu şu günlerde, Kanal İstanbul’a karşı çıkmak ile yabancı topraklara asker göndermeye, yabancı topraklarda savaş sürdürmeye karşı çıkmak bir ve bütündür. Muhalefet güçlerinin bu bağı görüp mücadelenin bütünlüğünü kavramaları savaş baronlarının iktidarının sonunu getirir.

Bir yandan cambazı izlerken öte yandan tacizcinin parmağına dikkat edelim, kendimizi koruyalım.

Oya Baydar

YORUMLAR

  • 0 Yorum