GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI

[email protected]

Türkler için böyle söylenmişti: "Sonsuz yaşam ve müebbet cehennem azabı hakkında hiçbir şey bilmiyorlar"

04 Ağustos 2019 - 10:46

Georges Minois’in tarihten bugüne uygarlıklardaki cehennem inanışını anlattığı “Cehennemin Tarihi” adlı kitap Levent Başaran çevirisiyle Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıktı.

Fransız tarihçi Minois, cehennem düşüncesinin bütün uygarlıkların değişmez bir özelliğini olduğunu belirttiği kitabında; cehennem düşüncesiyle, insanlık tarihinin en eski metinlerinde ve çağdaş tanrıtanımazların yapıtlarında da karşılaşıldığının altını çizdi.

Yazı öncesi uygarlıklardaki cehennem, ölüler diyarı inanışlarından, Helen ve Roma uygarlıklarındaki pagan ölüler diyarına birçok uygarlığın cehennem düşüncesini inceleyen Fransız tarihçi, Şamanizm döneminde Türklerdeki “ölüler diyarı” anlatısına da kitabında yer verdi.

“ÖTEKİ DÜNYADAKİ TOPLUMSAL KONUM YERYÜZÜNDEKİ YAŞAMDA BELİRLENMİŞTİR”

“Şamanizmde Ölüler Diyarı” başlıklı bölümde, Orta Asya toplumlarının ölüler diyarıyla ilgili doğrudan bilgi sahibi olduğunu dile getiren yazar, “Öteki dünyadaki toplumsal konum yeryüzündeki yaşamda belirlenmiştir; her şey yeryüzünde sonuca bağlanır” inancına sahip olunduğunu anlattı. Bu bölümde, ölüler diyarında sadece toplulukla bütünleşemeyen ya da topluluğun geçimine katkıda bulunmayanlar dışlandığı; Şamanizm inancında kesin, sonsuz bir cehennem anlayışının olmadığı aktarıldı.

İşte “Şamanizmde Ölüler Diyarı” başlıklı bölümde anlatılanlar:

 

“Şaman pratikleri bu ölüler diyarının kapsamını daha iyi kavramamızı olanaklı kılar. Özellikle Mircea Eliade’ın çalışmaları sayesinde vâkıf olduğumuz bu pratiklere Tibet’ten Altay Dağları’na, Yeni Gine’den Moğolistan’a, Kuzey Amerika’nın yerli halklarından Orta Sibirya’nın Yurakları ve Tunguzlarına kadar, genellikle yarı göçebe ya da dağlı, çok sayıda değişik halkta rastlanmaktadır.

Tüm bu halklarda bir kişi ölüler diyarıyla ilgili doğrudan bilgi sahibidir: üç gün sürebilen bir esrime evresi sırasında, bir ölünün ruhuna eşlik ederek, önüne dikilen engelleri aşmasına yardım etmek için ölüler krallığına inmesini sağlayan olağanüstü güçlerle donanmış, inisiye şaman.”

“BU ENGELLERİ AŞAMAYANLARIN YAZGISI BELİRSİZDİR”

“Böylece, bu halklar için ölüler diyarına yolculuğun, en sık rastlanılanı, inisiye olmayanların içine düştüğü bir uçurumun üstündeki, bazen bir saç teli genişliğinde, dapdaracık bir köprüden geçmek olan muhtelif engellerle dolu olduğunu biliyoruz. Bu engelleri aşamayanların yazgısı belirsizdir. Tatarlarda ifritlerden işkence görürler. Ama ahlaki nedenlerden dolayı cezalandırma söz konusu değildir: Her şey inisiyasyona bağlıdır, yitip gidenler kötüler değil, daha çok talihsizler, bilgisizler ve beceriksizlerdir. Öyleyse, iyi bir yol göstericiden yararlanan herkes ölüler diyarına kavuşmayı umut edebilir ve zaten ilk şamanı bu görevi yerine getirmesi için tanrılar göndermiştir. Tibetlilerde ve Yunnan’daki Mosolarda ölüye, önüne konan bir harita üzerinde, birbirlerinden ifritlerin nöbet tuttuğu köprülerle ayrılan dokuz surla çevrili ölüler diyarının yolu gösterilir. Ardından, yedi altın dağı aştıktan sonra ‘ölümsüzlük ilacı’ ağacına varılır.”

“ÖLÜLERİN KANAT KULLANMASI YOLCULUĞU KOLAYLAŞTIRIR”

“Yolculuk sırasındaki sınamalar arınma aşamaları gibi de düşünülebilir. Altay halklarında, pudaklar yani inisiyasyon niteliğindeki engeller olarak yedi merdivene götüren bir delikten aşağı inmeden önce çok büyük mesafeleri, çölleri, dağları, okyanusları, bozkırları aşmak gerekir. Ardından, önce ünlü köprüyle karşılaşılır ve en sonunda ölüler ülkesinin kralı Erlik Han’ın köpeklerce korunan sarayına varılır. Aynı süreç, bazı resimlerinde, engellerle dolu yolda ruhların yolculuğunun betimlendiği Avustralya yerlilerinde de görülür. Yakutlar, Moğollar ve Doğu Türklerinde ölülerin kanat kullanması yolculuğu kolaylaştırmaktadır. Bu halkların hepsinde cehennem ile cennet birbirine karışmıştır. Sağlam surlarla sınırları kesin olarak belirlenmiş bu yeraltı ülkesine gelenler yeryüzündeki uğraşlarını burada sürdürürken toplumsal hiyerarşiye riayet edilir. Öteki dünyadaki toplumsal konum yeryüzündeki yaşamda belirlenmiştir; her şey yeryüzünde sonuca bağlanır. Güçlüler ölüler dünyasında da güçlü kalır. Moğollar gibi savaşçı halklarda, ölüye yaşarken öldürdüğü herkes hizmet eder. Aslında burada tüm dinlerde ortak olan bir inanış görüyoruz: Sonsuzluk yeryüzüne bağlıdır. Farklılık mezarın ötesindeki seçim kriterleriyle ilgilidir. Ekonomisi genelde sağlam olmayan, her tür dış tehlikenin tehdidi altındaki bu geleneksel uygarlıkların hepsinde belirleyici unsur topluluğun kaynaşmasıdır. Sadece sıradışılar, yani toplulukla bütünleşemeyen ya da topluluğun geçimine katkıda bulunmayanlar dışlanır. Örneğin Eskimolarda, kötü avcılar kıtlık yaşayacakları bir yeraltı mekânına gönderilirken, kendi canlarına kıyanlar, eylemleri topluluk için bir özveri değeri taşıyabileceğinden, kahramanlarla birlikte daha üst bir cennete giderler.

“SONSUZ YAŞAM VE MÜEBBET CEHENNEM AZABI HAKKINDA HİÇBİR ŞEY BİLMİYORLAR”

Topluluğun geri kalanları ise, aralarında ayrım yapılmaksızın bu nötr bölgede, yani ölüler diyarında yaşamlarını sürdürecektir. Orta Asya halklarındaki bu çok eski inanış, 13. yüzyılda yazan Fransisken Jean de Plan Carpin gibi ilk gezginlerin dikkatini çekmişti: ‘Sonsuz yaşam ve müebbet cehennem azabı hakkında hiçbir şey bilmiyorlar. Bununla birlikte, bu dünyadan sonra başka bir dünyada yaşayacaklarına, orada sürülerini artıracaklarına, içeceklerine ve bu dünyada yaşarken yaptıklarının dışında bir şey yapmayacaklarına inanıyorlar.’”

YORUMLAR

  • 0 Yorum