Atatürk ile ilgili anlatılan anılardan bir demet..
”Benim adım Mustafa Kemal’dir. Ben ne diktatörüm, ne macera peşinde koşarım, ne de mağlubiyeti kabul eden bir kimseyim. Ben, yanlız milletimi düşünür, onun için yaşarım. Benim ve milletimin hakkı olan şeyi alırım. Alamayacağım bir şey yoktur.”
– Mustafa Kemal ATATÜRK
Yabancı Generallere Verilen DersMustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı’nda Viyana’dadır. Generaldir. Bir otelde kalmaktadır. Birçok ecnebi generaller ve diplomatlar da bu otelde kalmaktadır. Mustafa Kemal, yemek salonuna indikçe Avusturyalı bir diplomat ailenin kendisine küçümseyerek baktığını hissediyor. Bir kolayını bulup bu aile ile tanışıyor. İlk fırsatta Mustafa Kemal’e askerlikten bahis açarak bu mesleğin bilgi ile beraber tecrübeye de ihtiyacı olduğunu söylüyorlar ve hemen arkasından da: “Türk Ordusu’nda sizin gibi genç generaller çok mudur?” diyorlar. Mustafa Kemal bunlara unutamayacakları bir ders vermek istiyor. Ve iki gün sonra aynı aileyle birlikte yemek yiyorlar. Mustafa Kemal, Avusturyalıların genç general Napolyon’a karşı kaybettikleri meşhur Olm Meydan Muharebesi’ni anlatmaya başlıyor ve sözü şöyle bitiriyor: “Evet muhterem baylar; Fransız Orduları’nı sevk ve idare eden Napolyon da Olm Meydan Muharebesi’ni kazandığı zaman çok genç bir generaldi.” Avusturyalılar bundan sonra ne Mustafa Kemal ile yemek yemişler ve ne de Türk generallerinden ve tarihten konu açmışlardır. ( Niyazi Ahmet Banoğlu )
Atatürk’e Hakaretten Sanık KöylüAtatürk’e hakaretten sanık bir köylü hakkında takibat yapılıyordu. Durumu Atatürk’e arz ettiler. “Mahkemeye veriyoruz” dediler. “Size küfür etmiş.” Atatürk sordu: “Ben ne yapmışım ki ona?” Evrakı tetkik edenler açıkladılar: “Gazete kâğıdı ile sardığı sigarayı yakarken kâğıt tutuşmuş da ondan.” Atatürk bunu söyleyen bir milletvekilidir. Atatürk sormuş: “Siz hiç gazete kâğıdı ile sigara içtiniz mi?” “Hayır.” “Ben Trablus’tayken içmiştim, bilirim. Pek berbat şey. Köylü bana az küfretmiş. Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!”( Hilmi Yücebaş )
Olur Şey DeğilMuallimler ankara’da bir içtima yapmislar, içtimaa iki üç muallim hanim da istirak ederek salonda ayri bir yere oturmuslardi. Muallim hanimlarin içtimaa gitmelerini hos görmeyen meclis’in sariklilari gaziye sikayete gidiyorlar.
Gazi kizarak :
– “kimmis muallimler cemiyeti reisi ? Çagirin onu !”
Ve Mazhar Müfit birkaç dakika sonra içeri girinci gürleyen bir sesle çikisiyor :
-“siz muallimler içtimamda ne yapmissiniz ? Ne ayip sey bu ?”
Mazhar Müfit sasakalir. Gaziden bu hareket mi beklenirdi ? Sariklilar muzaffer bir besaretle gülüyor. Sariklilar nes’e içinde gazinin sesi hep ayni tonda devam ediyor.
– “olur sey degil olur sey degil !”
Mazhar Müfit hala ayakta ve hala ne diyecegini sasirmis bir halde cevap vermeye çalisiyor :
-“efendim vallahi… ”
– “birak birak ben hepsini biliyorum; içtimaa muallime hanimlarida çagirdiniz. Fakat onlari niye ayri siralara oturttunuz ? Sizin kendinize mi itimadiniz yok, türk haniminin faziletine mi ? Bir daha öyle ayrilik gayrilik görmeyeyim, anladiniz mi ?
Atatürk’ün nükteleri-fikralari-hatiralari sh 59
Atatürk’e Bir Köylünün CevabıTarihimiz sayisiz savaslarla doludur. Biz bu savaslardan baskaldirip ne memleketi imar edebilmisiz, ne de kendimiz refaha kavusmusuzdur. Bunun sebebi, bizim suçumuzda oldugu kadar düsmanlarimizdadir da. Çünkü basta moskoflar olmak üzere düsmanlarimiz hep söyle düsünürlerdi :
– Türklere rahat vermemeli ki, baska sahalarda ilerleyemesinler…
Bunun için de sik sik basimiza belalar çikarirlar, savaslar açarlar, Balkan milletlerini istiklal diye kiskirtirlardi.
Biz böyle durmadan savasirken de o zamanlar askere alinmayan gayri müslimler durmadan zenginlesirlerdi.
Onlarin neden zengin, bizim neden fakir kaldigimizi bir köylü, Atatürk’e verdigi kisa bir cevap ile gayet veciz olarak izah etmistir.
Atatürk, Mersin’e yaptigi seyahatlerden birinde, sehirde gördügü büyük binalari isaret ederek sormus :
– bu kösk kimin ?
– kirkor’un…
– ya su koca bina ?
– yargo’nun
– ya su ?
– salomon’un…
Atatürk biraz sinirlenerek sormus :
– onlar bu binalari yaparken ya siz nerede idiniz ? Toplananlarin arkalarindan bir köylünün sesi duyulur :
– biz mi nerede idik ? Biz Yemen’de, Tuna boylarinda, Balkanlarda Arnavutluk daglarinda, Kafkaslar’da, Çanakkale’de, Sakarya’da savasiyorduk pasam…
Atatürk bu hatirasini naklederken :
– hayatimda cevap veremedigim yegane insan bu ak sakalli ihtiyar olmustur, der dururdu.
Atatürk’ün nükteleri-fikralari-hatiralari, sh 18
CumhuriyetAtatürk, Mudanya yolu ile Bursa’ya gidiyordu. Kalabalik bir halk kitlesi iskelede etrafini çevirmis bulunmakta idi. Bir kadinin, elinde bir kagitla Atatürk’e yaklastigi görüldü. Ihtiyar, zayif bir kadindi. Ata’nin yolunu keserek titrek bir sesle:
– beni tanidin mi ogul? Dedi. Ben sizin Selanik’te komsunuzdum. Bir oglum var; devlet demiryollarina girmek istiyor. Siz onu alsinlar dediniz. Fakat müdür dinlemedi. Oglumu yine ise almamis..ne olur bir kere de siz söyleseniz.
Atatürk’ün çelik bakisli gözleri samimiyetle parladi… Elleriyle genis jestler yaparak ve yüksek sesle :
– oglunu almadilar mi? Dedi. Ben tavsiye ettigim halde mi almalidar? Ne kadar iyi olmus… Çok iyi yapmislar… Iste Cumhuriyet böyle anlasilacak…
Kadin kalabaligin içinde kaybolmustu. Ve Atatürk adeta vecd (çosku) dolu bir sesle:
– iste Cumhuriyetten bekledigimiz netice… Diyordu.
Köymen, Hulusi; Atatürk’ü anmak kitabindan, s. 260
Bayrağa Saygı
Atatürk bu engin insanlik duygusu ile milletlerin istiklali prensibine olan gönülden saygi ve bagliligini izmir’e girdigi sirada da göstermisti… O’na İzmir’de Karsiyaka’da bir ev hazirlanmisti ki, bu evde isgal esnasinda Yunan krali Konstantin’de kalmisti… Evin sahibinin oglu ile hazirlikta çalisanlarin bazi yakin akrabasi Yunanistan’da esir bulunuyorlardi; isgal esnasinda, bütün Türkler gibi çok izdirap çekmislerdi; içlerinden yaraliydilar ve yunanlilardan öç almak atesiyle yanip tutusuyorlardi. Bu duygularin etkisi altinda evin dis merdiveninin üzerine, muzaffer baskomuta’ninin basip geçmesi için, ipek bir düsman bayragi sermislerdi…Atatürk yere serili bayragin önünde durmustu; etrafinda bulunan kadin-erkek izmirliler, kendisini içeriye girmeye davet ediyor, gözleri yaslarla dolu:“buyurunuz, geçiniz, bizim öcümüzü yerine getiriniz. Yabanci kral bu evden içeri, bizim bayragimiza basarak girmisti; siz lütfedin, bu karsilikla o lekeyi silin. Burasi bizim sehrimizdir, bu ev sizin evinizdir, bu hak sizindir” diye yalvariyorlardi.
Hiçbir durumda benligini ve sagduyusunu kaybetmeyen civanmert insan; kendilerine en tatli bakis ve sesi ile:
“o, geçmiste hata etmis; bir milletin iskitlalinin timsali olan bayrak çignenmez, ben onun hatasini tekrar edemem,” cevabini vermisti ve ancak bayragi yerden kaldirttiktan sonra beyaz mermerlere basarak içeri girmisti…
Soyak, Hasan Rıza; Atatürk’ten hatiralar, s. 136
Benim Adım Ata Değil
Atatürk’ün sinirlendiği önemli bir nokta vardı. Gazetelerde, kendisine “Ata” denildiğini okudukça şöyle dedi:
— Benim adım Ata değil, Atatürk’tür! Bazı gazeteler neden böyle yazarlar?
Şükrü KAYA Kaynak: Dünya Gazetesi, 10.11.1953
Devletin İmkanlarını KullanmaSivas kongresi sonrasi, heyeti temsiliye’nin Ankara’ya gelmesi kararlastirildiktan sonra Mustafa Kemal ve Hüseyin Rauf beraberlerindekilerle ankara’ya geldiklerinde keçiören yolu üzerindeki ziraat mektebi’ne misafir edilmislerdi. Daha sonra Mustafa Kemal Ankara istasyonundaki gar müdürlügü binasina yerlesti. Burasi hem evi, hem çalisma yeriydi.
O tarihlerde ankara vilayetinin sehir merkezi kale ve onun hemen çevresi idi. Keçiören, Etlik, Dikmen, Ayranci’da bag evleri vardi. Bunlar arasinda Çankayada papazin bagi olarak adlandirilan iki katli ev Mustafa Kemal’e armagan edildi ve o da evi ordu’ya devrederek evin adi ordu köskü oldu. Iki katli binaya 1924’de ilaveler yapildi fakat bina isitilamiyor idi. Zafer, inkilaplar, cumhuriyet, dünyanin üzerimizde toplanan gözleri, Mustafa Kemal’in müstesna sahsiyeti, mütevazi de olsa yeni bir devlet baskanligi konutunu zorunlu kiliyordu.
Mustafa Kemal yeri kendi seçti, kayalar düzenlendi, dis cephe pembe rengin hakimiyetinde, içerde yesilin her tonu ile ve planin esasi Mustafa Kemal’in olan yapi 1932’de tamamlandi ve ayni yilin haziran ayinda da tasinildi.
Pembe köskün dösenmesi için bütçede pek mütevazi para vardi. Gazi, gerekli olani sahsi imkanlari ile karsilama karari aldi ve kendisine tavsiye edilen o günlerde beyoglu istiklal caddesinde bir türk’ün açtigi dekorasyon magazasi sahibi Selahattin Refik beyi ankara’ya davet etti. Binayi gezdirdi, arzularini açikladi ve kendisinden teklif istedi.
Kisa süre sonra kendisine sunulan tasariyi inceledi, muhatabi konuyu gerçekten biliyordu ve anladi ki, kendisini taniyanlarca da uyarilmisti. Buna ragmen teklifleri hazirlayanlari kirmadan ülkenin mütevazi imkanlarini izah edebilmis olmanin rahatligi içinde feragatlar istedi. O sirada ata’nin yaninda olan Ankara belediye baskani asaf İlbay bey Ata’nin su açiklamasini kaydeder.
“biliyorsunuz burasi cumhurbaskanligi köskü… Mülkiyeti devletin… Benden sonra buraya meclisin veya belki milletin dogrudan seçecegi zatlar gelecek. Bu esyalarin parasini benim sahsen verdigimi sizler biliyorsunuz ama, yarin bunu bilmeyenler içinde yanlis hükümler veren olmaz mi? Memlekete en zaruri hizmetlerin yapilamadigi bütçe darligi içinde israf yapildigini düsünenler bulunmaz mi? Bir endisem de karar mevkinde olanlarin sahsi arzularini devlete yükleme mevzuunda beni emsal göstermelidir. Bunu hiç istemem.”
Sonra Selahattin Refik bey’e döner:
“sahsi imkanlarin olsa bile, böyle mekânlara asgari masraflarla rahat ve zevkli tefrisi tercih etme tercihindeyim. Beni anliyorsunuz zannederim.” Der.
Cemal Kutay, Atatürk olmasaydi
Milletvekili AyrıcalığıAtatürk bir sabah florya’dan dolmabahçe sarayina dönüyor. Yesilköy istasyonunun önünden geçerken birdenbire otomobili durduruyor ve basyaver’e:
– sorunuz, tren var mi? Diye emir veriyor.
O sirada tren hemen hareket etmek üzeredir, hep birlikte otomobilden inip yanindakilerle trene biniyor. Karar ani verildigi ve tatbik edildigi için bu trene binis hemen kimsenin nazari dikkatini çekmiyor. Bir müddet sonra, her seyden habersiz olan kondüktör ata’nin bulundugu kompartimana geliyor. Kafileyi görünce çekilmek istiyor. Ata hemen sesleniyor;
– vazifeni yap! (yanindakileri göstererek) bu efendilere niçin bilet sormuyorsun?
Yanindakiler cevap verirler.
– pasam biz mebusuz. Tren bileti almayiz. Parasiz seyehat ederiz.
Ata hayretle:
– bu imtiyazi hiç begenmedim, der. Çok ayip ve acayip bir kaide. Çok güzel halkçilik!
Ali Kılıç
Atatürk’ün Eşitlik Anlayışı
Atatürk bir gün Dolmabahçe’den gizlice çıkar, Topkapı Sarayı Müzesi’ne gelir. Müzeyi gezmek ister. Kendisini kapıcıya tanıtır, fakat kapıcı “Henüz saat 9 olmadı, memurlar da gelmedi. Atatürk değil, kim olursan ol, bekleyeceksin” der.
Hiç şüphe yok ki, kapıcı Atatürk’ü tanımamış ve birden fazla bu sözlere muhatap bulunduğu için gelenin Atatürk olabileceğine inanmamıştır. Fakat bu olayda mühim olan nokta Atatürk’ün kapıcının sert cevabı karşısında ısrar etmeyerek, bir kenara çekilip, saatin 9 olmasını ve memurların gelmesini beklemesidir.
S. Arif Terzioğlu, Yazılmayan Yönleriyle Atatürk, s. 4
Büyük Atatürk Ölünce; Sene 1938,On Kasım…
İstanbul Üniversitesi’nde saat 9’u 5 geçenin meşum haberi duyulmuş… Bir Alman profesör var, hukuk fakültesinde, o da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi, girmesin mi bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında şu konuşma geçer:
“Efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam?”
“Sizde böyle büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa, onu yapın.”
İşte o zaman Alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:
“Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki…” der.
Hilmi Yücebaş, Atatürk’ün Nükteleri-Fıkraları, Hatıraları, İstanbul, Kültür Kitapevi, 1963, s. 3
Gömüleceği Yer
O’nun kabri Ankara’da olacaktır. Fakat bu şehrin neresinde? Çünkü O’ nun en son kuvvetli isteği bir an önce Ankara’ya dönebilmekti. Biri Büyük Millet Meclisi’nden İstasyon’a inen cadde üzerindeki yuvarlak yer, diğeri Çankaya’daki yeni köşkün mermer havuzu. Bu yerler şu nedenle konuşulmuştur:
Bir akşam Atatürk’ün etrafında toplananlar arasında, O’nun ölümlü oluşu üzerinde durulmuş ve özellikle kendisi 1926 suikast girişiminden sonra söylediği cümleyi tekrar etmişti. “Benim naçiz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” dedikten sonra “Milletim beni istediği yerde yatırsın, yeter ki beni unutmasın,” demişti. Meclisin altındaki yuvarlak yeri ortaya atan kişiye ise, “iyi ve kalabalık bir yer, fakat ben böyle bir arzumu milletime vasiyet edemem”. Ancak, gene o akşam ileri sürülen bir fikrin kendisini çok duygulandırdığını, bugün bile hatırlıyorum.
Memleketin bütün sınır boylarından getirilecek toprak üzerinde yatmak. Recep Peker, hararetle bu fikrin sembolik savunmasını yapmıştı.
Atatürk, böyle bir fikrin uygulanmasından ancak, ölümlü vücudu için hoşlanacağını ve gurur duyacağını anlatırken bana bakarak: “Bunu unutma!” demişti.
Prof. Dr. Afet İNAN
Kaynak: Ulus Gazetesi, 25.06.1950
Rahat uyu Ata’m…
YORUMLAR