Eski Türklerde devlet büyüklerinin mezarları genellikle ‘zir-i zemin’ şeklinde yapılırdı. ‘Zir-i zemin’, ‘zeminin altı’ demekti ve cenaze yer seviyesinin aşağısında bulunan bir odaya defnedilir; cesed mumyalanır ve mumya bu odadaki bir láhdin içine konurdu. Merdivenin alttaki ilk basamağından yukarıya duvar örülür, son basamağın üzerine bir kapak konur, odanın yukarıyla alákası kesilir, üst tarafta mezarın bulunduğu yere isabet eden noktaya bir başka láhid yapılır ve türbe niyetine bu láhid ziyaret edilirdi.
Uzaklardaki savaşlarda can veren hükümdarın cenazesinin başkente getirilmesi bazan haftalar süreceği için mumyalanması zaten şarttı. Naaşın iç organları çıkartılıp hükümdarın şehid olduğu yere gömülür ve cenaze tahnidden sonra başkente doğru yola çıkarılırdı. Murad-ı Hüdavendigár’a yani Birinci Murad’a ve Kanuni Süleyman’a da böyle yapılmıştı ve Sultan Murad’ın Bosna’daki, Kanuni’nin de Macaristan’daki ikinci mezarlarında, iç organları gömülüydü.
Fatih Sultan Mehmed de başkentinden uzakta vefat eden hükümdarlarımızdandı. Ama padişahın ölümünden sonra devletin üst kademesi tahta kimin geçeceğinin kavgasına tutuşunca cenazenin tahnidini unutmuş ve koskoca Fatih’in naaşını kokutmuşlardı.
Yeni bir sefere çıkmak için 1481’in 27 Nisan’ında 300 bin kişilik ordusuyla İstanbul’dan ayrılan Fatih, 3 Mayıs günü Maltepe civarındaki Hünkár Çayırı’nda hayata veda etti. Vezirleri, hükümdarın Anadolu’da valilik yapan iki oğluna, Şehzade Bayezid ile Cem’e babalarının vefatını haber verdiler ve hemen İstanbul’a gelmelerini istediler. Cenaze, bu arada gizlice Topkapı Sarayı’na nakledildi.
Ama, hükümdarın vefatının duyulması bütün çabalara rağmen önlenemedi ve İstanbul’da tam bir anarşi yaşandı. Askerler şehri yağma ediyor, sevmedikleri devlet adamlarını sokak ortasında parçalıyor, devletin büyükleri ise tahta kimin geçeceği konusunda birbirleriyle mücadele ediyorlardı.
Şehirde bütün bunlar olup biterken ve paşalar iktidar için birbirlerinin gözünü oyarlarken Fatih’in cenazesinin tahnid edilmesi unutuldu, hatta naaşın başında mum yakılması ádeti bile kimsenin hatırına gelmedi ve cesed koktu.
Devletin büyükleri, cesedle alákadar olunması gerektiğini saray görevlilerinin etrafı saran ağır kokuya dayanamaz hále gelip şikáyete başlamaları üzerine hatırlayabildiler. Tahnid işi bir uzman ve hükümdarın baltacılarının kethüdası, yani o zamanın bir çeşit saray muhafızı olan Kasım adındaki bir zat tarafından yapıldı.
Kargaşa, Fatih’in Amasya’da valilik eden büyük oğlu Bayezid’in 21 Mayıs günü İstanbul’a gelip vaziyete hakim olmasına kadar devam etti. Bayezid, babasının cenazesini hemen ertesi günü, çok büyük bir merasimle Fatih’teki camiye defnedecekti.
Fatih’in naaşıyla yakından alákadar olan ve dayanılmaz kokuya rağmen tahnidi yapan Baltacılar Kethüdası Kasım ise, terfi ettirilerek ‘kapıcı’ kadrosuna alındı. Kasım, sarayda bir köşede unutulan cenazenin kokması hadisesini daha sonraları İkinci Bayezid’e raporu andıran bir yazıyla duyuracak ;
‘Devletlu sultanım, babanın ruhu için bu yazdıklarımı sonuna kadar oku. Bu fakir kul, devletlu hünkárın (Fatih’in) baltacılarının kethüdası idim. Hünkárın vefatından sonra, üzerinde üç gün üç gece mum yanmadı. Vardım, Kapıcılar Kethüdası’na söyledim, o da İshak Paşa’ya söyledi, paşa emredince mum yaktım. Ama koku yüzünden cenazenin yanına kimseler yaklaşamadı. Ben, usta ile gidip cenazenin içini boşalttım. Bu anlattıklarımı kethüdamız da bilir’ diyecekti...
HAYATIN İÇİNDEN HİKAYELER
YORUMLAR