Erkek elde nasıl tutulur?
Kierkegaard'ın isabetle teşhis ettiği gibi, bir kadın bir erkeği parmağında oynatacak kadar kendisine bağlamak istiyorsa aslında evlenmemelidir. "Erkek, kadına bağlanmadığı sürece peşinden sürüklenir" der Kuzeyli filozof. Bağ evlilik yoluyla kesinleştiğinde, erkeğin gözünün dışarıda olmasını kaçınılmaz bulur
George Clooney ile eşi Amal evliliklerinin 10'uncu yıldönümünü Venedik'te kalabalık bir partiyle kutlayacaklar. "Ruh huzurunu ve sükûneti buldukları büyülü yerde" yani Venedik'te, bir kez daha "ölüm bizi ayırana kadar" diyerek nikah tazeleyecekler. Otomobillerin beşinci yılda değiştirilmesinin iktisadi olarak mantıklı olacağını duymuşluğum var ama evliliklerin onuncu yıldönümünde nikah tazelemenin iktisadi anlamı var mıdır, bilmiyorum. Yaklaşan parti nedeniyle Clooney'lerin malikanesinde tatlı bir telaş hüküm sürüyormuş. Dile kolay, 10 yıl bu. Üstelik üç yıl önce boşanmanın eşiğine gelmiş bir evlilikten söz ediyoruz. Magazin basınında şöyle bir not okumuşluğum var çünkü: "George'un bir türlü olgunlaşamamış halleri, Amal'ın da kontrolcü tavırları evliliği zora soktu."
Clooney'ler en son Venedik Film Festivali'nde objektiflerin karşısındaydı.
Bunun nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum. Yani yaşını başını almış, kime sorsak "olgun bir erkek" yanıtını alacağımız George Clooney'nin "olgunlaşmamış halleri" meselesi, ne ola bilmiyorum. "Olgunlaşmamış George" ne yapıyor da Amal Hanım'ı çileden çıkarıyor? Sandalyesine raptiye mi koyuyor mesela? Ya da iç çamaşırlarının olduğu çekmeceye bir kokarca yavrusu mu koydu? Kim bilir, belki de "içindeki çocuk" evde olmadık hareketler yapıyor, değerli vazoları filan kırıyor bile olabilir. Tam burada şunu da merak ettiğimi söylemeliyim: Amal Hanım acaba daha "cicim aylarında" oldukları sırada George Bey'in "içindeki çocuk" için bir yorumda bulunmuş muydu?
Kontrolsüz olmaz
Yanıtını alamayacağım bir soru. Hollywood dedikoducularının biraz daha açıklayıcı olmasını tercih ederdim bu konuda ama sanırım bu, Güneş'in batıdan doğmasını beklemek gibi bir şey. Öte yandan Amal Hanım'ın "kontrolcü tavırlarının" neler olabileceğini tahmin etmek zor değil; çünkü bir kadının temel görevlerinden biri de hayatını paylaştığı erkeği kontrol etmektir.
Çünkü arkadaşlar, kadınların gözüyle meseleye bakarsanız kontrolsüz kalmış bir erkek, freni patlamış kamyona benzer! Ve şunu da ekleyebilirim ki ilişkinin ikinci 10 yıllık döneminde bu kontrol işi daha da sıkıya alınacak. Bu konuda benimle iddiaya girmek istemezsiniz; zaten kazanacağımı bile bile sizinle böyle bir iddiaya girmem de yakışık almaz. Aslına bakarsanız bu ilişkinin 10 yılı devirmiş olması da gerçekten kutlanmaya değer bir tutum. George Clooney'nin daha önceki açıklamalarına göre çift arasında evlilik konusunda özel bir konuşma olmamış. Birbirlerine hiç "Hey dostum! Belki de evlenmeliyiz" gibi sözler söylememişler.
Gerçi normal insanlar gerçek hayatlarında böyle konuşmazlar ama "dublaj Türkçesi" diye de bir şey var; artistler aralarında böyle konuşabilirlermiş gibi geliyor bana. O günlere gidelim: İlişkinin altıncı ayı yeni dolmuştu ki bir akşam George evde yemek yaptı. Müziği açtı. Satın almakta zorlanabileceğimiz, alsak bile açmaya kıyamayabileceğimiz bir şişe şarap açtı. Amal o sırada Londra'dan yeni dönmüştü. Yemek bitti, Amal bulaşıkları yıkamayı bitirdiğinde George mumları yakmak için raftaki kutudan çakmağı vermesini istedi.
Anlamakta zorlandı
Amal kutuyu açtı ve içindeki bilmem kaç karatlık bir pırlanta nişan yüzüğünü gördü. Yüzüğe baktı ve "bu bir yüzük" dedi. Ne de olsa iyi eğitimli bir kadın, gördüğü şeyin ne olduğunu şıp diye anlamış! Ancak yüzündeki ifade, yüzüğü orada kimin unuttuğunu düşündüğünü çağrıştırıyordu. George'un anlattığına göre Amal hâlâ ne olup bittiğini anlamamıştı. O sırada George diz çöktü ve "hayatımın geri kalanını seninle geçirmeyi hayal bile edemezdim" dedi. Amal yüzüğe bakmaya devam ediyordu. Sonunda George "Bak, ben 52 yaşındayım. 28 dakikadır diz çökmüş durumdayım. Biraz daha böyle kalırsam artık hiç kalkamayabilirim" dedi. Sonunda Amal "Ah pardon, evet" diye yanıtladı. Amal'ın yanıtının bu kadar gecikmesinde şaşılacak bir şey yok aslında.
Londra'dan bilmem kaç saat uçup eve gelmişsin ve adam onca servetinin içinde bulaşıkları sana yıkatıyor!
Aklı başında her kadın, böyle bir durumda hızlı bir yanıt vermek için tereddüt eder. Ve belli ki 28 dakikanın sonunda vardığı yer, özlü bir Türk atasözündeki yer olmuş: Dur kıçıma bir yer edeyim, gör sana neler edeyim! Nitekim Amal Hanım'ın "kontrol tutkusu" bundan sonra yeşermiş olabilir. Buradan Kierkegaard ile hoşça vakit geçirdiğini ve "kontrolü" elden bırakırsa başına neler gelebileceğini ondan öğrendiğini de çıkarabiliriz.
Kierkegaard'ın da isabetle teşhis ettiği gibi, bir kadın bir erkeği parmağında oynatacak kadar kendisine bağlamak istiyorsa aslında evlenmemelidir. "Erkek, kadına bağlanmadığı sürece peşinden sürüklenir" der Kuzeyli filozof. Bağ evlilik yoluyla kesinleştiğinde, erkeğin gözünün dışarıda olmasını kaçınılmaz bulur.
Doğadaki muadili!
Avustralya'nın iç kesimlerinde, karabiber ağaçları, dikenli çalılar ve zakkumların oluşturduğu bir bitki örtüsünün altında, kurumuş otlardan yapılmış kuş yuvaları görebilirsiniz. Bunlar U şeklinde, 30-35 santimetre yüksekliğinde yuvalar. Yukarıdan baktığınızda açık hava tiyatrosunu andıran bir mimarisi var. Bunlar çardak kuşlarının yuvaları. Yuvalar sadece kuru otlardan oluşmuyor. Bir bira kutusunun açma halkası, kırık bir çatal, kırık otomobil camı parçaları, parlak alüminyum folyolar, sigara jelatinleri, küçük koyun kemikleri de göz alıcı bir şekilde bu yuvanın inşaatında yararlanılan malzemeler.
Erkek çardak kuşları yaptıkları yuvalarda envai çeşit malzeme kullanıyor.
Yuvaları zannedildiğinin aksine erkek çardak kuşları yapıyor. Zoolog Gerald Borgia, çardak kuşlarının çiftleşme davranışlarını gözlemleyen bir bilim insanı. Bu amaçla yuvaların olduğu bölgeye hareket algılayıcı minik kameralar yerleştirmiş. Dişi çardak kuşları bu yuvaların önünden uçarken, çardakları dikkatlice süzüyorlar. Tıpkı Homo Sapiens dişileri gibi! Dişi kuş, en beğendiği yuvaya giriyor. Bu kez misafirin iyice ağırlanması gerekiyor.
Erkek çardak kuşunun, yuvaya giren dişi kuşu etkileyebilmek için minik bir gösteri yapması şart. Kanatlarını çırparak adeta dans ediyor ve uzun uzun öterek bir tür şarkı söylüyor. Tıpkı Homo Sapiens erkekleri gibi! Eğer dişi çardak kuşu bu gösteriden etkilenirse çiftleşmeye izin veriyor. Beğenmezse uçup gidiyor, başka yuvalar aramaya. Bazı yılları hiç çiftleşmeden geçiren erkek çardak kuşları olduğunu söylüyor Borgia. İyi yuva yapamayan ve iyi kanat çırpıp güzel ötemeyen bir erkek çardak kuşunu bekleyen tek şey ise yaşamı boyunca çiftleşmeden ölüp gitmek.
Ancak! Bir dişi kuş bulabilmek için bütün bunları yapan, üzerine bir de eş bulamayan öteki erkek çardak kuşlarıyla kavga etmek zorunda kalan bu minik kuşların bir kötü huyu var. Bir kere çiftleştikten sonra dişiyi yuvada yumurtalar ve yavrularla bırakıp uçup gidiyorlar. Ondan sonra yuvaya ne yiyecek bir şey taşıyorlar, ne de yavruların büyümesi için gerekli herhangi başka bir görev üstleniyorlar. Amacına ulaşabilmek için elinden gelen her şeyi yapan ama bir kere bir dişiyi "kafesledi" mi arkasına bile dönüp bakmayan bir erkek tipi. Onun için arkadaşlar ve George Bey, Amal Hanım'a ve onun gibi "kontrolcü" kadınlara kızmadan, sinirlenmeden önce aynaya bakmanızda yarar var!
YORUMLAR