Yoksa ‘Mangal da yaptık etleri de yedik’ mi olacaktı.
Bu teori her iki takım için de geçerliydi.
Maç başladığında aklım Ankara’daydı.
Baba yarısı amcam yoğun bakıma kaldırılmıştı.
İleri yaştaydı ve yaşı bazı şeylere izin vermiyordu.
Beşiktaş’ın da sezon başındaki hızı kesilmişti.
Yaşlılık değildi ama enerji tükenmesi mi yaşıyordu ne?
Ne garip bir düşünceydi bu.
İnsan yaşantısıyla bir maçın akıbetinin paralellik taşıması...
Beşiktaş da lige fırtına gibi başlamış, sonra sanki biri frene basmıştı.
İlk yarı eline geçirdiği fırsatları o kadar kolay harcadı ki Beşiktaşlılar...
Oysa,
hayatta her şey bir defa yaşanırdı.
Film gibi tekrarı yoktu bu işin.
Keşke olsa da biz de "Oynatalım Uğurcum" diyerek seyretseydik.
Seyretseniz de yaşananı değiştiremezdiniz zaten.
İşte fırsatlar da anlık kararlar da öyleydi.
Hele futbolda saniyenin yüzde biri belki de binde birinde karar vermek lazımdı.
Fernandes’in golü de böyle bir anda geldi.
Hayattaki ‘anların’ tekrarı yok derken yetenek, zeka ve IQ bileşiminden gol çıktı.
Hayrettir, Hakem Bey nasıl olduysa Beşiktaş’a penaltı verdi.
Durum 2-0 oldu.
Dakikalar sonra Immobile’nin düşürülmesini es geçip penaltıyı “yiyen” hakem, Kayseri’ye penaltıyı anında verdi.
VAR olmasa hayatın akışı gibi maçın akışı nasıl da değişecekti.
Hakem futbolculardan daha çok maça damga vuracakken, penaltısı verilmeyen Immobile 3. golü attı…
Beşiktaş’ta herkes general mübarek…
Hiç oynamadan nasıl 3 gol atılır maçı oldu bu maç.
Kayseri'de kaleci olmayan bir futbolcu topu ceza sahasında elle stop ettirdi ve hakem buna penaltı vermedi. Böyle bir rezillik daha önce gördünüz mü? Görememişsinizdir!..
Neyse,
ben kendi alemimde düşüncelere dalmış dolaşıyorum.
Maç hızla akarken aklıma geldi,
kuşların uçuşunu hayranlıkla seyredersiniz ya...
Misal,
martıların uçuşunu romantik bulup şiirler de yazarsınız.
Kartalın uçuşunu romantik bulmazsınız ama.
Her ikisi de avcı kuştur oysa...
Birisi yükseklerde tek dolaşır,
biri kitleler halinde insanların yanı başında yaşar.
Martı romantik de Kartal değil midir yani…
Çöplükten beslenen de martıdır halbuki…
Hiç onların hayat mücadelesini hissetiniz mi?
Hiç empati yaptınız mı?
Vapurdan simit atarak değil ama…
Peki,
işçi, köylü, dar gelirlinin geçim derdine hiç ortak oldunuz mu?
Ya da bunlar ne yer ne içer, geceleri aç mı yatarlar diye düşündünüz mü?
‘Etleri pişirdik ama yemedik’ diyenler gibi futbol dünyasında dönen paralar aklıma geldikçe solculuk damarı kabardığı için daha çok hakem tartışırız.
Bu yüzden unutulmasın ki,
‘Geminin gücü makina dairesindedir.
O gücü çalıştıran da halktır. Rotayı belirleyen halk değildir ama…
Gemi battığında ise makina dairesindekilerin kurtulma şansı pek yoktur.
“Aynı gemideyiz” çığlıkları filikaların yanında olan güvertedekilerden gelir sakın unutmayın.
Önce kendileri ‘Yırtmak isteyeceklerdir’ kötü durumdan…
Makine dairesindekiler umurlarında bile değildir.
O yüzden mangal başında ‘yelledik ama yemedik kokladık’ derler…
HaberTürk TV'yi birlikte kurduğumuz Ufuk Güldemir solculuk için bir nevi 'Hastalık' derdi.
Doğrudur, öyle olması lazım...
Peki,
Futbolda solculuk hastalığı nüksedince ne olur?
Cevabı basit,
işte böyle bir yazı olur...

Neyse anam babam neyse…
OC bu gece de kaçar…
En Kalbi Muhabbetlerimle…
Ben CAN; Orhan Can…