Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır!
Çin’le ilişkilerde, Doğu Türkistan sorunu hep başımızı ağrıtacak. Hindistan’la ilişkilerde hep önümüze Keşmir sorunu gelecek. Rusya ile ilişkilerde Çeçenistan, Ukrayna Belarus konusu gündeme gelecek. AB ile ilişkilerde Kıbrıs ve Yunanistan’la ilişkiler Ermenistan konusu hep önümüze çıkacak. PKK ve FETÖ’yü söylemeye gerek yok. Ya da İsrail’i de öyle.
Bundan sonra LGBT konusu da hep önümüze çıkacak. Bu konu adım adım bugünlere taşındı.
Evet insanlar azar oldu, bu iş azar azar oldu! Bu işler olurken, azarlayan olmadı. Az “AR” olup, arsızlık itibar görünce, namus pazar metaı olunca sonuç da böyle oldu.
Bakın biz buraya nasıl geldik; Kaos GL Derneği, Sovyetlerin dağılmasından hemen sonra, 1994’ün Eylül ayında, Türkiye’deki LGBTQ+ BİREY’lerini, desteklemek ve özgürlük adına bir araya getirmek için Ankara’da kuruldu.. Aslında BÇG adıyla olmasa da ordu içinde BÇG’nin altyapısını oluşturan hareket 1991’de, Margaret Thatcher’in NATO toplantısında “Tehlikenin renginin artık kırmızı değil, yeşil olduğunu” açıklaması ile başladı ve bunun STK’lar arasındaki karşılığı da ADD ve ÇYDD oldu. Yabancı vakıflar, Bilgi Üni. gibi birtakım üniversiteler İHD, Aİ gibi yerli ve yabancı insan hakları örgütleri bu işe destek verdiler, sahip çıktılar. Madia, film sektörü, reklam ajansları da tabii.
Zaten Özal zamanında 14 Ekim 1984’de, “BM, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi”nin onaylanması ile süreç başlatılmıştı. O günlerde bir de “Seküler kutsal” tartışması başlamıştı. Ve ilk “Kutsal Fahişe” tartışması da bizde o gün başladı. Öyle ya, “Vergilendirilmiş kazanç kutsal”dı! “Bir alışveriş, bir fiş” tartışmaları, KDV tartışmalarının gölgesinde bu konu kaynadı gitti. O yıl Karaköy Genelevlerinin Patroniçesi Matild Manukyan vergi rekortmeni olunca, Maliye ona vergi rekortmeni olarak madalya taktı. Kampanyanın adı “Vergilendirilmiş kazanç kutsal”dı ve Madam Matild de bu “Seküler kutsal”ın azizesi konumundaydı.
AK Parti dönemine gelirken durum buydu. 14 Ağustos 2001’de AK Parti kuruldu. 2011 yılının Mayıs ayında İstanbul’da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açılan ve Türkiye’de 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe giren sözleşme aslında tartışmaların başlangıcı oldu. Aslında 28 Şubat döneminde 2000 yılında “Avrupa’da Kadınlara Yönelik Şiddete İlişkin 1450 sayılı Tavsiye Kararı” alındı. Bu İstanbul sözleşmesine giden yoldaki ilk adımdır. AK Parti’nin kuruluşundan 1 yıl sonra 2002’de “Kadınlara Yönelik Aile İçi Şiddete İlişkin 1582 sayılı Tavsiye Kararı” alındı. AK Parti o dönemde AB’ye tam üye olma hayali ile batıdan gelen hemen hemen her talebe evet diyordu. İktidar olmak için her kesimin oyuna ihtiyacı vardı. Ve iktidara giden yol bu vadiden geçiyordu.
09.10.2002’de AK Parti “eşcinsellerin hak ihlali yaşadıkları ve kendi yönetimlerinde herhangi bir ayırıma maruz kalmayacakları taahhüdü”nde bulundu. AK Parti açısından bu tarih, bir kırılma noktası olarak talihsiz bir gündür.
2010’a kadar süreç şöyle gelişti: 2005’de “Zorla Evlendirme ve Çocuk Evliliklerine İlişkin 1723 sayılı Tavsiye Kararı” 2006’da, “Kadınlara Yönelik Şiddet İle Mücadele İçin Birlik Olan Parlamentolara İlişkin 1759 sayılı Tavsiye Kararı” alındı. Tam da o günlerde Lambdaistanbul “LGBTİ+ Dayanışma Derneği” resmen faaliyete başladı. “Soğuk savaş”tan hemen sonra, BÇG benzeri yapıların örgütlendiği 1993 yılında İstanbul’da kurulan ve 2006 Mayıs’ında resmileşen LGBTİ dayanışma derneği 1993 yılından beri, Uluslararası Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans ve İnterseks Birliği ILGA’nın üyesidir.
2006 da bu anlamda oldukça hareketlidir. Mesela 1996 yılında İstanbul Beyoğlu’nda bir grup seks işçisi tarafından kurulan, seks işçilerine cinsel sağlık sosyal, psikolojik destek için, danışmanlık yapan “Kadın Kapısı” isimli dernek de o yıl kuruldu. Yine aynı yıl, “Toplumsal cinsiyet eşitliği bilincini yaygınlaştırmak” için “Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği” kuruldu. Eşzamanlı olarak 30.6.2006’da bir dernek daha kuruldu: “Pembe Hayat LGBTİ+ Dayanışma Derneği”. Bu dernek transların ilk resmi derneğidir.
2007’de, “İlaçla Kolaylaştırılmış Cinsel Saldırıya İlişkin 1777 sayılı Tavsiye Kararı”, 2007’de, “Kadınlara Yönelik Şiddet İle Mücadele İçin Birlik Olan Parlamentolar tarafından yayınlanan 1817 sayılı Tavsiye Kararı”, 2008’de, “Kadınlara Yönelik Şiddet İle Mücadele: Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ne Doğru konu başlığını içeren 1847 sayılı Tavsiye Kararı”.. Bu tavsiye kararı esasen “İstanbul sözleşmesi”ne giden sürecin başlangıcıdır. Aynı yıl, 08 Nisan’da Türkiye’de ilk “LGBT Öğrenci Derneği” kuruldu. 31 Mayıs’ta da İstanbul’da ilk, turistik 170 yataklı LGBT oteli açıldı. Ocak 2008’de bir dernek daha kurulur: “LİSTAG Lezbiyen Gay Biseksüel Trans İnterseks Bireylerin Aileleri ve Yakınları Derneği” 2006 örgütlenmesi, aslında İstanbul sözleşmesine giden yolda sivil lobi gücünü oluşturur ve hemen hepsi AB ülkelerinin açık ve yakın, destek ve koruması altındadır. 2009’da “Silahlı Çatışma Durumunda Kadınlara Yönelik Cinsel Şiddete İlişkin 1879 sayılı Tavsiye Kararı” yayınlandı. Aynı yıl 5 tavsiye kararı daha yayınlandı: “Kadın ve Kızların Kaçırılmasını da İçeren Cinsiyete Dayalı İnsan Hakları İhlalleri ile Mücadeleye İlişkin 1868 sayılı Tavsiye Kararı” ve “Kadınların Öldürülmesine İlişkin 1861 sayılı Tavsiye Kararı” Ardından “‘Sözde namus cinayetleri’ İle Mücadeleye Duyulan Acil İhtiyaca İlişkin 1881 sayılı Tavsiye Kararı”. Bunu, “Kadınlara Evlilik İçi Tecavüzü de Kapsayan Tecavüze İlişkin 1887 sayılı Tavsiye Kararı” izledi. 2009 yılı 5. Tavsiye kararı ile noktalanırken, aslında İstanbul sözleşmesinin omurgası ve çerçevesi de bu tavsiye kararları sürecinde şekillenmişti. Yılın son tavsiye kararı: “Özellikle Aile İçi Şiddet Görme Riski Olan Göçmen Kadınlara İlişkin 1891 sayılı Tavsiye Kararı” oldu. Ankara’da siyaset ve bürokrasi kurbağa haşlaması yöntemi ile mafsalları gevşetilmiş haldeydi, Media, malum sermaye ve çevrelerin pohpohlaması ile olta yutturulmuştu.
İstanbul Sözleşmesi öncesi son tavsiye kararı 2010 yılında alındı ve “Aile İçi Şiddete Şahit Olmuş Çocuklara İlişkin 1905 sayılı Tavsiye Kararı” yayınlandı. Bu tavsiyelerde kılavuz karga olunca, olan oldu. Tarih övgü ve sövgü kitabı değildi. Bir toplumun ortak hafızası ve tecrübeler birikimi idi. 7-8 Hasan Paşanın mantığından çıkarmamız gereken dersi çıkaramamıştık. 2011 Mayıs’ında ağuyu altın tas içre ve bala karıştırıp sunmuşlardı. Bugün bu işten nasıl kurtuluruz diye düşündüğümüz belayı o gün kendi ellerimizle ve İstanbul adını lekeleyecek bir şekilde başımıza bela ettik.
2011 Mayıs’ından sonra ne oldu onu da yarın anlatayım. Selâm ve dua ile
Abdurrahman Dilipak AKİT
YORUMLAR