Sanat tarihinin en büyük sahtekârı olarak bilinen Han van Meegeren, 1889 yılında Hollanda’nın Deventer kentinde doğdu. Çocukluğundan itibaren ressam olmanın hayalini kurdu, ortaokuldaki resim öğretmeni sayesinde Hollanda resminin altın çağı olarak bilinen 17. yüzyılda yaşamış ressamlarla tanıştı ve eski resim tekniklerini öğrendi. Daha sonra ustalıkla taklit edeceği Johannes Vermeer tablolarında ressamın renkleri nasıl karıştırdığını da yine hocasından öğrenecekti. Ancak resim tutkusunu babası desteklemiyordu, van Meegeren de mimarlık okuma bahanesiyle Vermeer’in doğduğu Delft kentine kaçtı. Burada resim dersleri almayı sürdürdü, yaptığı bir kilise resmiyle okuduğu enstitüden altın madalya bile kazandı. Ödülün verdiği cesaretle kilise resmini satmayı başardı, mimarlık eğitimini bıraktı ve 1913’te Hague’deki Kraliyet Sanat Akademisi’ne kaydoldu.
Sanat akademisinden mezun olduktan sonra, 1916-1922 yılları arasında özgün resimleriyle başarılı sayılabilecek birkaç sergi düzenledi. Ancak resim yeteneğinin eleştirmenler tarafından sınırlı bulunmasının ardından otuzlu yaşlarının ortasında artık gelecek vaat eden bir ressam olmadığını anladı, hayal kırıklığı veya intikam duygusuyla ilk sahtekârlığını gerçekleştirdi. Hollandalı ressam Frans Hals’a ait The Laughing Cavalier (1624) ve The Smoker (1623–25) resimlerini kopyaladı ve bir müzayedede satmayı başardı. Ne var ki, birkaç ay sonra tabloların sahte olduğu anlaşıldı. Bu tecrübe van Meegeren için yol gösterici olacaktı.
1932’de Côte d’Azur’a taşınmadan önce nitelikli sahtekârlık için altın madenini bulmuştu: Daha çok İnci Küpeli Kız (1665) tablosuyla bilinen Johannes Vermeer. En büyük şansı ise Johannes Vermeer’in sanat çevrelerinde henüz yeterince tanınmıyor oluşuydu. Van Meegeren, 1932-1945 yılları arasında resim tekniğini iyiden iyiye geliştirmişti. 17. yüzyıla ait ucuz tabloları satın alıyor, tabloların üstünü kazıyor ve klasik yöntemlerle yeniden boyuyordu. Tabloları 300 yıllıkmış gibi göstermek için, yağlı boyaya bakalit karıştırıyor, tuvalleri fırınlıyor ve boya çatlaklarını çoğaltmak için resmin üzerinden bir silindirle geçiyordu. Vermeer’in üslûbunu adeta yeniden icat etmişti.
Bu dönemde tam on bir adet Vermeer kopyası üreten van Meegeren, en büyük çıkışını 1937’de piyasaya sürdüğü The Disciples at Emmaus ile gerçekleştirdi. Hollandalı bir sanat uzmanı, bir süre önce ortaya çıkan ve heyecan yaratan Christ in the House of Martha and Mary (1655) tablosundan hareketle Vermeer’in bu döneme ait başka dini resimlerinin de olabileceğini ileri sürmüştü. Bu öngörü, Han van Meegeren için bulunmaz nimetti. Yaptığı sahte resim piyasadan aşırı talep gördü ve yüksek bir fiyata satın alındı.
Kazandığı büyük servetle alkolün, morfinin ve gece hayatının esiri hâline gelen Van Meegeren, kusursuz tekniğini yitirmiş olmasına rağmen sahte Vermeer tablolarını hâlâ satabiliyordu. Hepsi aynı elden çıktığı için, sahte resimler 1940’lardaki mevcut Vermeer koleksiyonuyla tutarlı görünüyordu ve hemen “gerçek” olduklarına inanılıyordu.
Nazi belasının Sovyetler tarafından Avrupa’dan def edilmesinin ardından, Nazi mareşali Hermann Göring’in koleksiyonunda bir Vermeer tablosu bulundu. Tablonun izi sürüldü, Han van Meegeren’e ulaşıldı. 1945’te Nazilerle işbirliği yaptığı şüphesiyle tutuklandı. İfadesinde “düşmanla işbirliği yapmakla suçlanamayacağını, çünkü tablonun sahte olduğunu” itiraf etti. Adli makamlar bu vasat ressamın bir Vermeer tablosu üretebileceğine inanmadılar, van Meegeren ise doğru malzemelerin yanı sıra yeteri kadar içki ve morfin sağlanırsa yapabileceğini iddia etti. Yetkililerden onay alınca, on ikinci sahte Vermeer tablosu ortaya çıkmış oldu: Young Christ Teaching in the Temple...
Meegeren’in foyası artık ortadaydı, alıcılar paralarını geri almak istiyordu. Ancak sanat tarihinin en büyük sahtekârı eşeğini sağlam kazığa bağlamıştı. Servetinin büyük kısmını daha sonra boşanacağı ikinci eşinin hesabına aktarmıştı. 1945’te hiçbir varlığı olmadığını öne sürerek iflasını ilan etti. İki yıllık mahkeme sürecinin ardından hapis cezasına çarptırılan dolandırıcı, 1947’de hapishaneye götürülmeden önce geçirdiği kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetti. Ölümünden itibaren sanatta sahtecilik tartışmalarının mecburi başlıklarından biri hâline geldi.
Nazilerle ilişkisi ortaya çıkan van Meegeren de çoğu dolandırıcının yaptığı gibi milliyetçiliğe tutunmuş, Hollandalıların en büyük düşmanını dolandırmaktan daha büyük vatanseverlik olmayacağını iddia edecek kadar ileri gitmişti. Hatta kısa süreliğine bir halk kahramanına bile dönüşmüştü. Oysa van Meegeren’in yazdığı, Nazi sembolizmiyle dolu derleme kitabın bir kopyasının Adolf Hitler’in de kütüphanesinde bulunduğu daha sonra anlaşılacaktı. Kitabın ilk sayfasındaki notta şöyle yazıyordu: “Çok sevgili Führer’ime en derin saygılarımla –Han van Meegeren.”
YORUMLAR