AB geleneksel olarak Türkiye'ye karşı verdiği hiçbir sözü yerine getirmemiştir. Son on yıldır Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğini de tartışmaya neredeyse kapamıştır. AB ülkeleri Türkiye'yi bekleme salonunda tutmayı kurumsal bir politika olarak benimsemiş durumdadır.
Türkiye ile AB arasında asimetrik ve zorunlu fena ilişkiler vardır. Her iki taraf da mecburiyetler dolayısıyla ilişkileri tamamen koparmıyor.
AB alıyor, Türkiye giriyor gibi yaparak durumu idare ediyorlar.
Ege ve Doğu Akdeniz'deki emrivakilere karşı Türkiye'nin ortaya koyduğu haklı ve yerinde tepki nedeniyle AB derhal Yunanistan'ın yanında pozisyon almıştır. Türkiye'ye şantaj üstüne şantaj yapmış, ambargoyla da tehdit etmiştir.
AB'nin son olarak tam üyelik bir yana vize konusunda takındığı tavır bile kirli ve sinsi yüzünü açığa çıkarmıştır.
Türkiye'ye karşı AB bahane üstüne bahane, kavram üstüne de kavram üretmeye devam etmektedir.
Avrupa Birliği Komisyonu 4 Mayıs 2016 tarihinde Türkiye vatandaşlarına Schengen Bölgesi'nde vizesiz seyahat sağlanması yönünde Avrupa Parlamentosu ve AB ülkelerine tavsiyede bulunmuştu.
Vize serbestisi "Türkiye gereken tüm koşulları sağlarsa ve AB içindeki siyasi onay süreci olumlu ilerlerse" şartlarına bağlanmıştı.
Bu süreç olmayacak duaya amin deme gibi bir şey olup avam dilinde şu anlama gelir: Türkiye, ağzıyla kuş tutsa yine vize muafiyetinden muaf tutulamaz!
Çünkü Türkiye, gereken bütün koşulları yerine getirmiş olsa bile yine vize muafiyeti AB içindeki siyasi onay sürecinin olumlu ilerlemesi şartına bağlanıyor.
Nitekim aradan beş yıl geçmesine rağmen Türk vatandaşlarına yönelik vize serbestisi konusunda hiçbir ilerleme sağlanamadığı gibi vize muafiyeti konusunda durum eskisinden daha kötü ve umutsuz bir noktaya taşınmış bulunmaktadır.
Türkiye'nin vize muafiyeti talebine karşılık beş yıl sonra AB yeni bir taktik geliştirildi.
Türkiye'nin vize muafiyeti talebine karşılık "people to people contact" yani, insandan insana temas ve mobil hareketlilik kavramını devreye soktu. Dolayısıyla Türkiye, vize muafiyeti dışında her anlama gelebilecek muğlak ve müphem kavramlarla karşı karşıya bırakılmış oldu.
Vize muafiyeti konusunda kavramlar değiştirilerek Türkiye'ye dolaylı biçimde hayır denmiş oluyor.
Türkiye'yle ilişkiler konusunda ise AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrell yaptığı açıklamada, Türkiye ile pozitif gündemi "aşamalı, koşullu ve geri döndürülebilir" olmak kaydıyla ilerletme arayışında olan AB liderlerinin, Gümrük Birliği'nin güncellenmesi ve 2016 tarihli göç mutabakatının yenilenmesi görüşmelerini başlatmak üzere Avrupa Komisyonu'na yetki verilmesinden söz etmiştir.
AB, mülteciler konusunda da verdiği yazılı taahhütleri bile yerine getirmemiştir.
Üyelik müzakere süreci, açılmayan ve açılmadığı için de kapanmayan yeni fasıllar, gümrük anlaşmasının güncellenmesini ise AB dünden unutmuş durumdadır.
İktidar çevreleri AB'nin Türkiye'ye yönelik ağır yaptırımlar uygulamadığından dolayı AB'nin bu yaklaşımını olumlu değerlendirmişlerdir.
Türkiye'yi nevzuhur kavramlara oyalayan AB'nin tutumuyla ilgili iktidar kesiminin algısı son derece yanlıştır.
Nitekim AB, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de yeniden "tek taraflı adımlara ve provokasyona" başvurması durumunda yaptırım kartını ekonomi ve turizmi de içine alarak genişletme uyarısında bulunacağı ifade edilmiştir. AB, Türkiye'ye millî çıkarlarını savunma demiş ve aba altından sopa göstermiştir.
AB tam da aklıselimle hareket ediyor denildiği bir aşamada Türkiye'ye yapılan bir üst düzey temas koltuk krizine takıldı. AB'li yetkilinin oturacağı koltuğun tipi ve yüksekliği birden İtalya Başbakanının ağzını bozmasına neden oldu. Öyle görünüyor ki Türkiye karşıtlığı konusunda İtalya, Fransa'dan rol çalıyor!
Türkiye'nin muhtaç olduğu gelecek AB'de değil kendi kültür ve siyasi coğrafyasındadır!
İktidar sahipleri titreyip kendine dönmelidir.
Kaynak Yeniçağ: AB'nin yüzsüzlüğü ve koltuk - Özcan YENİÇERİ
YORUMLAR