GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI

[email protected]

Arap Baharı 10 yaşında... Dünden bugüne ne değişti

17 Aralık 2020 - 11:51

Başta, kışın ortasında bir bahar esintisi yaratan bu süreç, zaman ilerledikçe tüm bölgeyi bir yangın yerine çevirdi.

17 Aralık 2010'da Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Buazizi'nin kendisini kent meydanında yakarak bölgesel bir dönüşümün fitilini ateşlemesinin üzerinden 10 yıl geçti. Başta, kışın ortasında bir bahar esintisi yaratan bu süreç, zaman ilerledikçe tüm bölgeyi bir yangın yerine çevirdi.

O günden bugüne nelerin değiştiğini burada sıralamak olanaklı değilse de bölgedeki istikrarsızlığa dayalı statükoya yukardan bakıp bir bilanço çıkarmanın tam vaktidir.

SOSYAL MEDYANIN GÜCÜ: ARTIK HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK

Arap ayaklanmalarının dünyanın her köşesinde demokrasinin önemini kavrayan kitleler açısından en heyecan verici boyutlarından birisi hiç kuşkusuz sosyal medya aracılığıyla kitle gücünün yeniden keşfi oldu. Bu güç, ulus-aşırı nitelikteydi. Baskıcı yönetimlere karşı başarılı bir siyasal sosyalizasyon alternatifi sunan sosyal medya, sokaklara genç neslin kıvrak zekasına hitap eden bir dinamizm kazandırdı. Pek çok ayaklanma bu dinamizm sayesinde kazanım elde etti.

Ayrıca yöneten ve yönetilen arasındaki bilgi asimetrisinin bir ölçüde aşılmasını sağlayarak kitlelere yalnızca sokakların nabzını tutmakta değil yol haritalarının belirlenmesinde de ciddi bir avantaj sundu. Yalnızca Arap dünyasında değil, bölgede Türkiye ve İran'dan başlamak üzere tüm baskıcı yönetimler, anti-demokratik uygulamaları açısından artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını görmüş oldu.

BÖLGE HALKLARININ TALEPLERİ KARŞILANMADI

 

Bölge halklarını akın akın sokaklara döken şey işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluğa duyulan büyük tepki ile özgür, demokratik ve hukuka dayalı bir yönetim arzusuydu. Kitlesel eylemler Tunus ve Mısır'da çeyrek asırlık diktatörleri koltuklarından etmeyi, bazı Arap ülkelerinde hükümet değişiklikleri ve çeşitli reformlar yapılmasını başardı. Ama halkların daha müreffeh ve özgür yaşam taleplerinin karşılık bulduğunu söylemek pek mümkün değil. “Yeni” görünen yönetimler de rıza kazanmada başarısız oldular. Eski yönetim pratiklerinin tekrarına düşmekten geri duramadılar, durmadılar.

Irak'ta, Lübnan'da hatta ayaklanmaların “bahar”a en fazla benzediği Tunus'ta bile halkın sıklıkla benzer taleplerle sokaklara dökülmesi bunun kanıtı. Bu süreç bizlere, diktatörlerle olduğu kadar kötü yönetimi besleyen sosyo-ekonomik yapıların kendisiyle mücadele etmenin önemini bir kez daha gösteriyor. Hem bölge ülkelerinin iç dinamikleri hem de dış müdahaleler ise bu mücadeleyi hayli zorlaştırıyor.

DIŞ MÜDAHALE KALICI İSTİKRARSIZLIK GETİRDİ

Arap ayaklanmalarıyla başlayan süreç hiç kuşkusuz, bölgedeki ve bölge dışındaki devletlerin uzak kalmak istemeyecekleri denli büyük bir değişime gebeydi. Ayaklanmaların patlak verdiği coğrafyalarda çıkarları olan aktörler, müdahale ederek süreci beklentileri çerçevesinde yönlendirmeye çalıştı. Kısa süren reform çağrılarının ve yaptırımların ardından NATO'nun Libya'ya müdahalesiyle Pandora'nın kutusu açılmış oldu. Libya, Suriye ve Yemen örnekleri dış müdahalelerin nasıl yıkıcı sonuçlarının olduğunu bir defa daha çok acı biçimde gösterdi. 20’nci yüzyıldan beri çeşitli biçimlerde yoğun olarak dış müdahalelere maruz kalan Ortadoğu ve Kuzey Afrika bu sefer, müdahalenin yeni bir biçimiyle alt üst edildi.

ABD ve müttefikleri, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, İran gibi devletler silahlandırdıkları, eğitip donattıkları milisler aracılığıyla doğrudan çatışmalara girmeyerek çatışmaları yönlendirmeye çalıştı. Böylelikle, bölgedeki fay hatları iyice kırılıp dünya vekil savaşlarının bölgedeki yıkımına tanıklık ederken; birileri, elleri temiz kaldı sandı.

VEKİL SAVAŞLARI VE RADİKALLEŞME

Vekil savaşlarının sonuçları gerçekten çok sarsıcı oldu. Zaten etnik, dinsel ve mezhepsel olarak çok kaygan bir zemini olan bölgedeki kırılma o denli radikal oldu ki etkileri bölge sınırlarını aşıp neredeyse küresel hale geldi. Suriye'deki çatışmaları yönlendirmek için başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin ülkeye cihatçıları sokması Suriye'deki ayaklanmaların uluslararası bir krize evrilmesindeki ilk aşamalardan birisiydi. Kısa süre içerisinde Suriye'de Esad'a karşı savaşan binlerce cihatçı ABD başta olmak üzere pek çok devlet tarafından desteklenir ve yönlendirilir hale geldi. Esad karşıtlarının Sünni İslamcı “vekilleri”yle Şii İran'ın desteklediği milislerin savaşmasıyla bölge dar kapsamlı bir mezhep savaşına sürüklendi. Tarihin gördüğü belki de en vahşi örgüt olan IŞİD, Irak ve Suriye'yi kana buladı. IŞİD ABD'nin sınır ötesindeki esir kamplarında kurulmuştu ama yalnızca Irak ve Suriye'de değil Türkiye başta olmak üzere diğer bölge ülkelerinde hatta Avrupa'da kanlı eylemleriyle çok sayıda masumun canını aldı.

Ayrıca, eğitilip donatılan; “yatırım” yapılan binlerce milisin “ne olacağı” sorunu bölgedeki çatışmaların canlı tutulmasına neden olmaktadır. Yemen ve Libya'daki tansiyonun düşmemesi bunun en çarpıcı kanıtlarındandır. IŞİD'in özellikle Kuzey Suriye'deki mevcudiyetiyle bölgede örgütlü Kürtlerin savaşması ise, ABD başta olmak üzere Batı devletleri tarafından desteklenmeleri Kürt milislerin özellikle Batı'da meşru aktörler olarak algılanmasına neden olmuştur.

YENİ JEOPOLİTİK REALİTE

Her şeyden önce, Arap coğrafyasının önemli bir unsuru olan Müslüman Kardeşler hareketinin, küllerinden yeniden doğmazsa, bir hezimete uğradığı belirtilmeli. Bu, ABD içerisindeki bazı klikler tarafından desteklenen ılımlı İslam projesinin de sonu olarak görülebilir. Arap ayaklanmaları ve sonrasında yaşananlar İslamcılığın ne ölçüde “ılımlı” tutulabileceğini yeniden sorgulatmıştır. Bu bağlamda kaderlerini İhvancı planlara bağlayanlar da büyük bir darbe alıp savrulmuş oldu.

Kaddafi'nin devrilmesi ve Libya'nın, geleneksel kabilelerin post-modern vekillere dönüştüğü bir çatışmaya sürüklenmesine, enerji mücadelesi de eklenince Doğu Akdeniz, Libya'dan İsrail'e uzanan çok aktörlü bir çatışma alanı haline geldi.

Bölgede ABD'nin fiziki gücü görece azaldı. Küresel ilgisi Pasifik'e kayan ABD, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki çıkarlarını geleneksel ve yeni müttefikleri aracılığıyla sürdürmeye odaklanacak gibi duruyor. Bu bağlamda çeşitli Kürt hareketleri ile ABD arasındaki örtülü ittifak somutlaştı ve derinleşti. Bu, bağımsız Kürt devleti kurulması sorunsalını Irak, Suriye, İran ve Türkiye açısından devamlı canlı tutuyor.

Avrupa ülkelerinin ve Avrupa Birliği'nin bölgedeki gelişmelere kayıtsız kalması olanaksızlaşırken etki kapasitesi görece arttı. Bunda bölgesel istikrarsızlığın Avrupa ülkeleri üzerinde terörist saldırılar ve göç gibi sarsıcı etkilerin yaşanmasında büyük payı oldu. 

Rusya hem Libya'daki etkin politikası hem de Suriye'deki mevcudiyetiyle Akdeniz'e indi. Yalnızca etkin değil, aynı zamanda belirleyici bir aktör olarak ön plana çıkan Rusya, Arap ayaklanmaları sonrasındaki sürecin jeopolitik kazananı olarak görülebilir. Elbette bunda bölgesel müttefiki İran'ın bölgedeki etkinliğinin artması ve Çin'in diplomatik desteğinin önemli payının olduğu da göz önünde bulundurulmalı.

BÖLGESEL LİDERLİKTEN KABA GÜCE: TÜRKİYE

Arap ayaklanmaları ilk başladığında pek çok iyimser, sosyo-ekonomik yapı ve emperyal çıkarları göz ardı ederek bölgenin barışçıl biçimde demokratikleşeceği umuduna kapılmıştı. Aslında bu umudun yeşermesinde emperyal çıkarların kendisi başlı başına etkiliydi. Obama hükümeti başta olmak üzere önde gelen Batılı yönetimler, ılımlı İslam projesinin Türkiye modeli üzerinden bölgeye empoze edilmesini desteklemeye başladı.

Burada Türkiye “İslami demokrasi”ye dayanan yeni rejimiyle bölge ülkelerinin demokrasiye geçmesi için model teşkil edecekti. Tunus'ta El Nahda’nın Mısır’da Muhammed Mursi'nin iktidara gelmesiyle planın başarıya ulaştığı düşünülse de işler beklendiği gibi gitmedi. Suriye'de Esad yönetiminin yıkılıp yerine İhvancı bir yönetimin kurulması olanaksız hale geldikçe bölgedeki “ılımlı İslamcılık” yerini radikal akımlara bırakırken Türkiye modeli de iflas etti. Türkiye modelinin iflasına Türkiye'nin giderek otoriterleşmesi eşlik etti. Demokrasisiyle bölge ülkelerine model olması beklenen Türkiye, otoriterliğiyle bölge ülkelerine benzemeye başladı. Türkiye modelinin iflası aynı zamanda Türkiye'nin yumuşak güce dayalı bölgesel liderlik girişimlerinin de sonunu getirdi.

Türkiye dış politikasında giderek daha güvenlikçi uygulamalara başvururken, kaba gücüne dayanarak Suriye, Libya, Irak ve hatta Körfez bölgesinde mevziler tutmaya yöneldi. Bu süreç Türkiye'nin Batılı müttefikleriyle de sorunlar yaşamasına neden olan pek çok gerilimi de su yüzüne çıkarmış oldu.

Dr. Hande Orhon Özdağ

Odatv.com

YORUMLAR

  • 0 Yorum