Kayahan Uygur yazdı...
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İsrail son birkaç yıldır adeta Ortadoğu’nun eş başkanları gibi davranıyorlar. Daha birkaç hafta öncesine kadar iktidar sözcüleri tarafından Türkiye’nin bölgemizdeki “yeminli düşmanı” olarak nitelendirilen BAE ve İslamcıların sürekli antisemit bir takıntıyla ele aldıkları İsrail için bu sıfatları kullanmam tabii kimilerini rahatsız edecektir. Ama madem artık zor ve muhtaç duruma düştüklerinden aralarını iyi tutmaya çalışıyorlar, onların da hayal dünyasından biraz uzaklaşıp gerçekleri kabul etme zamanı gelmiş de geçmektedir.
BAE ORTADOĞU’DA İKİNCİ BİR KOÇBAŞI
Geçen hafta BAE’nin fiili lideri veliaht prens Muhammed bin Zayed Türkiye’deydi. Bu ayın başlarında da Dışişleri Bakanı olan kardeşi Abdullah bin Zayed İran’a gitmişti. Ulusal Güvenlik Danışmanı diğer kardeşi Tahnun Bin Zayed ise önceki hafta Suriye’de Başkan Başar Esat’ı ziyaret etmişti. BAE’nin değişik kademelerdeki temsilcileri İsrail, Mısır, Suudi Arabistan, ABD, Rusya, Avrupa ülkeleri ve Çin arasında mekik dokuyorlar.
BAE, uzun bir süredir tek tek Arap ülkelerini ikna edip İsrail’i tanımalarını sağlıyor ve bunda başarılı da oluyor. Kimilerinin bu küçük ama zengin körfez ülkesinin İsrail’le Arap dünyası arasındaki ilişkileri normalleştirme çabalarını nasıl hakaret ve tehdit dolu bir nefret söylemiyle ele aldıkları unutturulmak istense de hâlâ hatırlardadır. Sonuçta onlar kaybetmiş, istesek de istemesek de BAE kazanmıştır.
Odatv’de 31 Ekim’de yayınlanan “Ümmete giderken milletten olmak” başlıklı yazımda belirttiğim gibi Amerikalıların “İbrahim Anlaşmaları” olarak adlandırdıkları süreç sonucunda Ortadoğu’da bir dizi yeni ittifaklar doğmuştur. Batılıların İkinci Dünya Savaşı sonrası kilit bölge olarak gördükleri Ortadoğu’nun Kuzeyinin yani Türkiye-İran-Pakistan aksının yerini Avrupa ile Hint-Pasifik bölgesinin kavşağı olan Güney Ortadoğu almıştır. Bu coğrafya hem Kızıldeniz hem de Basra Körfezi üzerinden Asya-Avrupa geçişidir.
YENİ STRATEJİK ÖNEM
Yeni Ortadoğu dengesinde stratejik konumdaki kilit ülkeler Mısır, İsrail, Suudi Arabistan ve BAE’dir. Bölgedeki bu yeni ilişkiler ağı içinde öncü rolünü de İsrail ile birlikte BAE oynuyor. Bu stratejik kayma hâlinin Batı’nın Çin’e karşı olan tavrının değişmesiyle elbette çok yakın ilişkisi bulunmaktadır. Tüm bu gelişmeler bir yandan da yaratılmak istenen “ABD’nin bölgeden çekileceği” algısıyla birlikte götürülüyor ve yaratılan yeni merkezin etrafında ülkeler toplanmak isteniyor.
Önceki hafta Bahreyn’de bir konuşma yapan ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin müttefiklerinde “ABD’nin bölgeden çekileceği şeklinde bir endişe gördüğünü” belirterek şunu söyledi: “Bu bölgeye çok bağlıyız. Burada hâlâ on binlerce askerimiz var. Büyük bir kapasitemiz var. Bu bölgede yıllarca savaşmış olan biri olarak buradaki çıkarlarımızı savunmaktan gelecekte de vazgeçmeyeceğimiz konusunda sizi temin ederim”.
Toplantıda ABD’nin çekileceği konusundaki endişelere bir cevap da ABD’nin bölgedeki özel temsilcisi ünlü Brett McGurk’dan geldi. McGurk tüm stratejinin CNN’de açıklanamayacağını, ortalığa dökülmeyeceğini söyleyerek “şunu diyebilirim ki hiçbir şey yapmadığımız doğru değildir” dedi. (CNN Int, 24 Kasım)
Tüm bu gelişmelerden anlaşılan şu ki Ortadoğu’da ABD’nin ısrarlı ve yoğun diplomatik çabalarıyla ardında durduğu bir süreçte belli bir aşamaya ulaşılmıştır ve bu noktada Arap-İsrail cephesinin asıl amacı bölgedeki İran ve diğer Arap olmayan unsurların etkilerini asgariye indirmek olmuştur. BAE Veliahtı ve diğerlerinin diplomatik temasları bu açıdan değerlendirilmelidir.
VELİAHT NEDEN GELDİ
BAE, ABD’den tam destek görmekte, onunla ve İsrail’le eşgüdüm içinde bir dış politika sürdürmektedir. Bin Zayed’in ülkesi Amerikalı gözlemciler tarafından eski Yunan uygarlığındaki küçük fakat güçlü devlet Isparta’ya benzetilmektedir. Bu küçük ülke çoğu yabancı ve toplamda sadece 10 milyona varan nüfusuna rağmen Yemen, Suriye ve Irak gibi ülkelerde İran yanlısı milislerle karşı karşıya gelmiştir. BAE, tüm İslam dünyasında İhvan yani Muslim Brotherhood örgütüne savaş açmıştır. Yine aynı ülke, önce Mısır’da Mursi’nin devrilmesi sırasında ve daha sonra başta Libya ve Doğu Akdeniz olmak üzere hemen her alanda Ankara’nın tam zıddı bir tavır almıştır. Ortadoğu’nun bugünkü yeniden şekillenmesi esas olarak Muhammed Bin Zayed’in çabalarının sonucudur.
Bölgedeki önemli son gelişmelerden biri eskiden İran’la Batı arasındaki nükleer görüşmelere itiraz eden Körfez ülkelerinin BAE tarafından ikna edilmesi olmuştur. Bu noktada Basra körfezi ile Akdeniz arasında gerçekleştirilecek bir petrol ve gaz taşıma hattı projesi üzerinde Ürdün ve İsrail’in de BAE aracılığıyla anlaştıklarını da ekleyelim. Suriye krizi de bu gelişmeler nedeniyle artık anlamsız hale gelmiştir. Batı medyasının değerlendirmelerine göre uzun süren savaş ve çekişme dönemlerinden sonra şimdi bölgede barışı şekillendirme görevi de yine BAE’ye düşmüştür ya da ona verilmiştir.
Veliaht’ın Türkiye ziyaretinde açıkladığı 10 milyarlık bütçe, Türkiye’nin bölgedeki çeşitli gelişmeler karşısında aldığı tavırlara paralel olarak peyderpey yürürlüğe sokulacaktır. Bu çerçevede elbette Irak’tan başlayarak, Suriye, Doğu Akdeniz ve Libya konuları önem taşıyor. Türkiye’nin tarihinde görülmedik bir ekonomik krizle karşı karşıya olduğu bu ortamda BAE Veliahtı Bin Zayed’in vadettiği 10 milyar bölgenin yeni eş başkanlarının ek bir kontrol mekanizmasını oluşturacaktır. Ve yine 25 Kasım’da “The Jerusalem Post” gazetesinde yayınlanan bir röportajda denildiği gibi “Birleşik Arap Emirliği ile İsrail arasında sanıldığından çok daha fazla ortak noktalar mevcuttur”.
DERS ÇIKARMA ZAMANI
Günlük politikayı bir yana bırakırsak BAE ile birden sıcaklaşan ilişkiler İslam dünyasının ve Ortadoğu’nun liderliği hevesiyle çıkılan yolda izlenen temel politikanın yanlışlığını bir kez daha kanıtlıyor. Bir dönem Türkiye’nin İslamcı çevreleri hatta onları destekleyen bazı diğer odaklar bile o ünlü “ok ve yay benzetmesi” ile anlatılan hayale inanmıştı. Türkiye’nin İslam ülkelerindeki etkisi Batı ile ilişkilerde bir koz, Batı ile yakınlığı da İslam dünyasında bir avantajdı. Verilen örneğe göre bir kesimde etkimizin artışı yayın gerilmesi gibi bir sonuç verecek ve öteki tarafa attığımız okun uzağa düşmesine yarayacaktı. Adına “stratejik derinlik” de denilen, dış politikanın ve giderek birçok cumhuriyet geleneğinin de raydan çıkmasına yol açan bu sapma ülkemizde nelere yol açtı görüyoruz. Atatürk’ün çizdiği saygın dış politika ilkelerine dönmenin zamanıdır.
Kayahan Uygur
Odatv.com
YORUMLAR