Önceki gece yarısına doğru sosyal medyada saçma sapan bir tevatür aldı başını gitti.
Güya Erdoğan’ın sağlık durumu çok kötüymüş.
Büyük ihtimalle görevi bırakmak zorunda kalacakmış.
Hatta bazıları “ölmüş” diye bile zırvalar yaymaya çalıştılar.
Derken Twitter üzerinden hashtag’lar açıldı.
Peki neydi bu, nereden çıkmıştı bu tuhaf dedikodu?
Önce Erdoğan’ın Roma gezisini bitirip Glasgow’daki İklim Zirvesi’ne gitmeden Türkiye’ye dönmesi şüphe yarattı.
“Sağlık durumu iyi değilmiş bu nedenle apar topar dönmüşler” dedikoduları yayıldı.
Derken dün yapılması gereken AKP Meclis Grup Toplantısı iptal edildi.
Oysa dün 3 Kasım’dı ve AKP bundan 19 yıl önce 3 Kasım 2002 seçimlerinde tek başına iktidar olmuştu.
Böyle bir günün yıldönümünde grup toplantısını iptal etmek için çok önemli bir sebep olması gerekirdi.
Demek ki Erdoğan’ın sağlık durumu gerçekten çok kötülemişti.
Üstüne bir de AKP’lilerin kendi aralarındaki yazışmaların duyulması tuz biber oldu.
Güya milletvekilleri derhal Ankara’ya çağrılmıştı. Çok önemli bir şey olacaktı.
Bunca dedikodu yayılınca sosyal medya da akıl almaz mesajlar peş peşe gelmeye başladı.
Şimdi gelelim gerçeğe.
Erdoğan’ın sağlık durumunun pek iyi olmadığı hayli zamandır gözle görülür bir durum.
Ancak yine gözle görünüyor ki, Erdoğan buna rağmen her yere yetişiyor, konuşmalarını yapıyor, kararlar alıyor.
O halde Erdoğan’ın sağlığı üzerine spekülasyonlar yapmak ve hatta bundan medet ummaya kalkmak hiç de akıllıca değil, çok ahmakça bir şeydir.
Ne yazık ki, muhalif olduklarını iddia eden bazı çevrelerde bu konuda bir sevinç ve beklenti olduğu izlenimi alıyorum ki bu çok yanlıştır.
Tabii olayın bir de AKP tarafı var.
Erdoğan’ın sağlık durumu ile ilgili kimi spekülasyonların bizzat AKP’liler tarafından da yayıldığını düşünüyorum.
Şu anda AKP, sağlam duran güçlü bir parti görünümü veriyor ama içerisi hiç de öyle değil.
Erdoğan’dan sonrası için şimdiden hesaplar yapan hatta çatışmaya giren grupların olduğunu bilinmeyen bir konu değil.
Özellikle iktidar gücünden yararlanarak her türlü kanunsuzluğa bulaşan, keyfi davranan, yasa ve anayasa tanımayan bir kesim aslında panik içinde.
Erdoğan sonrasında kendilerini koruyup kollayacak bir yapı içine giremezlerse kendileri için durumun çok kötü olacağının farkındalar elbette.
Bu dedikoduların yayılmasında onların da ciddi payı var çünkü bu sayede parti içindeki “Erdoğan sonrası” hazırlıklarında kendilerine bir yer ayarlamaya çalışıyorlar.
Tabii sağlıkla ilgili dedikoduların AKP tarafından yayılmasının bir başka mantığı daha var.
Halkımız sağlık konusuna karşı çok duyarlıdır.
Hiç sevmediği biri de olsa hastalığını öğrenirse duygusal yön ağır basmaya başlar, varsa tepkisi ve öfkesi azalır.
AKP’nin hızla oy kaybettiği bir dönemde Erdoğan’ın sağlığı üzerinden toplumun duygusal yönünü harekete geçirmek isteyenlerin olacağını akıldan çıkarmamak gerek.
BUNU YAZMAK GEREK
Daha çok şaşıracaksınız Doğu Bey
Son zamanlarda Erdoğan’ın en büyük destekçilerinden biri olan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek üst üste hayal kırıklıkları yaşıyor.
Erdoğan Amerika’ya karşı birkaç söz söylediğinde “İşte antiemperyalist lider, Erdoğan Amerikan emperyalizmini bu coğrafyadan silecek” diye sevinç içinde açıklamalar yapan Doğu Perinçek’in morali Roma’daki Erdoğan Biden görüşmesinden sonra çok bozulmuş.
Çıktığı bir programda “Türkiye 2014-2015 yıllarından bu yana Amerika’yla sorunlarını silahla çözüyor” diyen Perinçek bakın Erdoğan’a olan kırgınlığını nasıl dile getirmiş;
“Sayın Cumhurbaşkanı’nın Roma dönüşü gazetecilere, ‘Libya’da, Doğu Akdeniz’de Amerika’yla iş birliğimizi güçlendireceğiz’ demesini hayretle karşıladım, bu çok yanlış. Doğu Akdeniz’de hangi iş birliğini güçlendireceğiz? Amerika açıkça Yunanistan’ın yanında. Karadeniz’den Akdeniz’den Türkiye’yi kuşatan bir Amerika var. Namluların hepsi Türkiye’ye dönük. Dedeağaç’a bu kadar ciddi bir yığınak yapılıyorsa o silahlar patlar. O silahlar oraya yığılacak ve patlamadan orada paslanacak, böyle bir ihtimal yok.”
Saray medyasının Erdoğan Biden görüşmesinin bir saat 10 dakika sürmesine aşırı sevinmesine de içerleyen Perinçek bu konuda da şunu söylemiş;
“Çok ayıplıyorum bununla övünen bir yönetimi, hükümeti. Böyle bir kamuoyunu da ayıplıyorum. Yani Biden bizle 1 saat 10 dakika görüşmüş bu mu Türkiye’nin başarı ölçüsü. Türk Milleti’nde kendi tarihiyle, bugünkü gücüyle bağdaşmayan, bir takım aşağılık duyguları yaratan söylemler bunlar.”
FIKRA GİBİ
Meğer Ali Erbaş, Atatürk’e saygısı nedeniyle Atatürk’ten söz ettirmemiş
Cumhuriyet Bayramı, cuma gününe gelince pek çok kişi Diyanet İşleri’nin camilere gönderdiği cuma hutbesinde Cumhuriyet ve Atatürk’ten söz edilip edilmeyeceğine dikkat kesilmişti.
Ancak kimse şaşırmadı, çünkü Ali Erbaş her zaman olduğu gibi bu çok önemli milli günde de Atatürk’ten söz ettirmemişti hutbede.
Konu hayli eleştirilmişti.
Dün baktım saray yazarlarından Hilal Kaplan, cuma hutbesine Atatürk’ün adının neden almadığını açıklamış.
Meğer Ali Erbaş, Atatürk’e çok saygılı ve onun izinde biri olduğu için cuma hutbesinde Atatürk’ün adının anılmasına izin vermemiş.
Saray yazarı “Cumhuriyet Bayramı’nda bile milli birlik duygusuna zarar vermek için kolları sıvadılar” diye başlamış cümlesine ve şöyle devam etmiş;
“Cuma hutbesinde Atatürk ismi geçmediği için direkt Başkan Ali Erbaş’ın şahsını hedef aldılar. Oysa Atatürk, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurduktan iki gün sonra, 5 Mart 1924’te bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yayınlamış ve ‘Bundan sonra hutbelerde isim zikredilmeksizin millet ve Cumhuriyet’in selâmet ve sa’detine’ dua edilmesini istemişti. Diyanet İşleri Başkanlığı da sadece Ali Erbaş döneminde değil, daha önceden beri bu kararnameye uyuyor.”
Harika değil mi?
Meğer Erbaş Atatürk’ün dediğini yapıyormuş.
Ama bu muhalefet var ya bu muhalefet, ıslah olmaz vallahi!
Saray yazarı Hilal Kaplan son notu eklemeyi de unutmamış Ali Erbaş’ın Atatürk sevgisini tekrar belirtmek için; “Kaldı ki Erbaş, Cumhuriyet Bayramı günü Şuşa ve Ağdam’da Ermenistan’dan kurtarılan dini yapıları incelemek üzere Azerbaycan’daydı. Orda kendisinden alınan iki bayram mesajı içerikli demeçte de “Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk başta olmak üzere” ifadesi geçen cümleler kurdu.”
Sahi bir kamu görevlisi neden tam da Cumhuriyet Bayramı’nda yurtdışı gezisine çıkar?
Çok sevgisinden mi yoksa?
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Neymiş o Roma’da çözdüğümüz temel mesele?
Saray yazarları zorda aslında.
Kolay değil tabii, iktidarın gücü sürekli eriyor, yapılacak ilk seçimde ağır bir yenilgi alması neredeyse kaçınılmaz hale geliyor, böyle bir durumda herkes “Ben ne olacağım” telaşına kapılıyor haliyle.
Panik arttıkça da kimi yazarlar daha çok yaranmak için kendi başlarına oturup yazılar yazmaya kalkıyorlar, Fahrettin Altun’un denetiminden geçmeyen bu yazılarla farkında olmadan potlar kırıyorlar.
Örneğin Erdoğan’ın uçağına binme şerefine! nail olanlardan biri Glasgow’a gidilmemesini bakın nasıl anlatmış;
“Erdoğan, tek bir genel gündemle toplanan ancak devlet başkanlarının her birinin farklı ulusal meseleleri için geldiği G20’den istediği sonucu Roma’da aldı. Temel meseleyi çözdü.
Zirvenin ev sahibi İtalya’nın uygulamadığı ancak gezinin ikinci kısmında yer alan İskoçya’nın önüne çıkardığı sömürge tipi protokolleri ise katlanabilir bir diplomatik maliyet olarak görmedi.”
Yandaş yazardan al haberi durumu bu işte.
Erdoğan Roma’ya sırf Biden’la görüşüp fotoğraf çektirebilmek için gitmiş.
Yazarımız bunu “istenilen sonucun alındığı, temel meselenin çözüldüğü” biçiminde anlatıyor.
Yine saray yazarından öğrendiğimize göre Erdoğan Glasgow’da Amerikan Başkanı’na uygulanan güvenlik protokolünün aynısını istemiş.
Bu kabul edilmeyince de “Ben de gitmem” emiş.
Diyor ki “Sonuçta dünyayı en çok kirleten devletin başkanı Biden’a “iklim zirvesinde” tanınan VIP güvenlik protokol hizmetlerinin, geriye kalan 19 konuk ülkeden esirgenmesinin çarpıklığına itiraz eden tek lider Erdoğan oldu.”
Erdoğan’ın bu tavrıyla Türkiye’nin itibarı da korunmuş meğer.
Zorda olunca neler yazıyorlar, kendilerini nasıl komik ve aciz duruma düşürüyorlar görüyorsunuz işte.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
Tek adam rejimlerinde yanılmazlık değil yenilmezliktir önemli olan
Geçenlerde bir dostum ünlü Alman filozof Hannah Arendt’in bir yazısını gönderdi.
Üzerinde yorum yapmadan aynen sizlere sunmak istedim.
Herkes kendi yorumunu kendi yaparsa daha yararlı olacağını düşünüyorum;
HANNAH ARENDT NE DİYOR?
“Totaliter örgütlerin üst yönetiminde herkes şefin yalan söylediğini bilir. Ama şef kaybederse hepsi kaybedeceğinden susarlar… İlke, şefin yanılmazlığı değil yenilmezliğidir, buna olan inanç biterse, totalitarizmin hayal dünyası bir anda çökecek ve gerçek kazanacaktır.
Herkes sürekli yalan söylediği zaman sonuçta buna inanmazsınız ama hiç kimse de hiçbir şeye inanmaz. Böyle bir toplum, hiçbir konuda fikir sahibi olamaz. Giderek düşünme, yargılama ve eylem yetisini kaybeder. Böyle bir topluma her istediklerini yaptırabilirler…!
Diktatörlerin o kadar göz göre göre yalan söylemelerinin sebebi, tabanlarının ahlâkını bozmak ve suç ortağı haline getirmektir. Biliyorlar ki ertesi gün o yalanın tam tersini söyleyecekler ve taban bunu ‘ne büyük taktik deha’ diyerek bir kez daha alkışlayacak…”
Can Ataklı
YORUMLAR