CHP’de Haluk Pekşen, Gül’ün adaylığına karşı geldiği için listede yer alamadığını söyledi. Hatta “üç ay önce Gül’ün adaylığına karşı gelirsen, vekillikten olursun” uyarısı aldığını da söyledi.
Görüyorsunuz!
Nasıl bir Gül ise dokunan yanıyor!
CHP’nin “Gül” aşkını anlamak mümkün değil. Daha doğrusu, Kılıçdaroğlu’nun… Anlıyoruz da, anlamadığımızı ifade edelim. Efendilik bizde kalsın!
İngiltere’nin “Gül” ısrarını gören hükümet, apar topar Kraliçe’ye gidip “Gül’ünüz olmak istiyoruz” dedi. İngiltere, Gül üstüne “gül” koklatır mı zaman gösterir. Fakat muhalefetinde “Gül” hassasiyetinden anlıyoruz ki, gül alıp gül satıyorlar.
CHP’li bir arkadaş, “listelere baktığımda BOP karşıtları, ‘Atatürkçü’ ve ‘Alevi’ isimler liste dışı kalmış” yorumunu yaptı. Anlayacağınız, sadece iktidar değil, muhalefette küresel bir “ayara”, büyük özen göstermiş.
Nakşîler, İngiliz isteğiyle “isyan” etmişlerdi. Seyit Rıza’da İngiliz isteğiyle bir isyan gerçekleştirmişti. Seyit Rıza ile Nakşiler, İngiliz'de birleşmişlerdi. Konuyla ilgisi olmasa da(!) acaba İngiliz isteği ile bugün birbirine “zıt” gibi görünen ekollerin temsilcileri var mı ve tekrar bir araya gelirler mi, mesela bir “ittifakta” filan diye kafam karıştı!
Sizler benim olayı, aşırı şüpheciliğime bağlayın ama ben olayları son günlerde tarihe bağlıyorum. Çünkü geçmişte Osmanlı toprakları üzerinde bölünmeler, bazı ülkeleri kesmemiş, bir daha bölmek istiyorlar. Atatürk’ün yırtıp attığı Sevr, tekrar getirilmek isteniyor.
Atatürk düşmanlığının odağı olmuş zihniyetlerin, iki ayrı parti olarak temsil edildikleri ortada ve her iki ittifakın içinde olayın omurgası oldukları aşikâr. İngiliz’e “akraba” ve “yol bağı”, “hizip bağı”, “tarikat bağı”, “isyan bağı”, adına ne derseniz deyin, şüphemi çekmekteler.
Batı, Türkiye’ye “altın vuruş” hazırlığında… Eğer bu seçim sonrası tekrar bir “açılım” gelirse veya daha ileri gidip, “Kürtlere özerklik” gelirse, Kıbrıs’ta bir “çekilme” söz konusu olursa, yeni meclis ve seçilmiş “Türk Tipi Başkan” bu işe teşne olursa, şüphelerimden yerden göğe kadar haklı çıkmış olacağım.
İnşallah olmaz, haksız çıkarım da “paranoyak” kalırım!
Olayı her türlü şüpheden uzak, çok iyi niyetli değerlendirecek olursak, her türlü dış etkinin uzağında kabul edersek, “iktidar ve muhalefet, ikisi de iktidar olmak istemiyorlar” diye yorumlayacağız.
İktidar olmak şöyle dursun, muhalefet, mecliste çoğunluğu dahi elde etmek istemiyor. Çünkü ülkenin ekonomik olarak işinin bittiğini görüyor, artık borcu borçla kapatma yolunun tükendiğini anlıyor, “en güzeli hiç bulaşmamak!” diyor. Mecliste çoğunluk elde etmeyi dahi “risk” görüyor, Erdoğan’ın “bu meclis, beni çalıştırtmadı” bahanesine, sebep olmak istemiyor.
Anlayacağınız adamlar, kendilerini riske atmıyorlar ama ülkenin riske atılması, kesinlikle umurlarında değil. Ülkeyi kurtarmak şöyle dursun, oturdukları koltuğu kurtarmayı “başarı” olarak görüyorlar. Muhalefet için bunları söyledim.
Peki, ya iktidar için ne söylemeli?
Valla iktidarın ne yaptığını, Allah bilir. Seçimi iptal dahil, her şeyi düşünür. Kendileri dahi, ne yaptıklarını bilmiyorlar. Seçim var, adamlar yurtdışında dolaşıyorlar. Sanki kaçacaklar ama ülke bulamıyorlar.
Seçime kesinlikle asılmıyorlar, kazanmak istemiyorlar.
Çünkü tablo çok kötü, durumlar çok vahim!..
Mevcut ekonomik tablo, altı ayda bir hükümet devirir. Bu kadarını söyleyeyim. Anladınız mı Haydar Baş’ı neden ittifaklarına almadılar. Bırakın ittifakı, vekil olarak dahi almadılar.
Mustafa Kemal, orduyu Sakarya’ya çekmiş, “Büyük Taarruz” hazırlığı yapıyor ancak herkes taarruza karşı. “Beni dinleyin, dediklerimi yapın, başaramazsam beni asın!..” diyor. Şu fedakârlığı, şu cesareti ve şu özgüveni, görüyor musunuz?
Atatürk olmak, kolay değil.
Lafla olmaz.
Türkiye, bugün aynen bu kaderi yaşıyor. “Ben bu ülkeyi kurtarmaya, ekonomik çıkmazdan çıkarmaya, canımı ortaya koyarım” diyen Prof. Dr. Haydar Baş, onu meclise sokmama konusunda "ittifak" edenlere karşı, Atatürk’çe bir mücadele verdi.
Ülke sevgisini tatmamışlar, Haydar Baş’ı nasıl anlasınlar. Nemrut’un ateşinde yakılmak üzere olan Türkiye karşısında, onun feryadını, ateşe odun taşıyanlar ne bilsinler. AKP’ye ve Kılıçdaroğlu’na rağmen, bu ülkeyi, İngiliz’in “gül bahçesi” olmasına engel olacağız.
Dünyanın en büyük kaynaklarına sahipken, dışarıdan borç alarak, ülkeyi soydurma işine, eninde sonunda engel olan bir Baş’a sahip olacağız. İstedik ki bu halk, “İş ve Aş” diye ağlamadan, sızlamadan ekmek yiye…
Bu halka da bu nasip olmadı. Faiz yemiş ağızlara, bu nasip değilse, ne yapsın Haydar Hoca…
“Vallahi, billahi ben kurtarırım” dedi, yetmedi, noterden taahhüt etti… Daha ne yapsın? “Atatürk’ün başarmasam beni asın” demesiyle, noterden, “yapamasam beni dava edin!” diye 80 milyona, yetki vermek arasında ne fark var.
Hoca Atatürk böyle bir şey işte.
İster küresel konjöktüre “uyum” deyin, ister iyi niyetle “ekonomik şartlar” deyin, kimse iktidar olmak istemiyor. Şayet mecbur kalırlarsa, İngiltere’ye yaslanmak istiyorlar.
Olay bu…
Yusuf Karaca
[email protected]
YORUMLAR