İslam tarihinin en çarpıcı isimlerinden biri hiç şüphesiz Muaviye b.Ebu Süfyan’dır..
İslam tarihinin en çarpıcı isimlerinden biri hiç şüphesiz Muaviye b.Ebu Süfyan’dır. Çünkü O, İslam öncesi ve İslam sonrası hayatı ile “kazananların” başından gelmektedir. Diğer bir ifadeyle Muaviye hep kazanmıştır. Peki, bu nasıl olmuştur, nasıl olmuştur da Muaviye her dönemin egemeni olarak karşımıza çıkmıştır.
İslam öncesi dönem ile başlayalım isterseniz. Dönemin en güçlü kabilelerinden Ümeyyeoğullarına mensuptur Muaviye. Babası Ebu Süfyan’da Mekke’nin ileri gelen zenginleri arasında yer almaktadır. Ticaret işiyle uğraşmakta olan Ebü Süfyan büyük bir tüccardır. Diğer taraftan o dönemlerde toplumda güç sahibi olmanın göstergelerinden biri ait olunan kabiledir. Dolayısıyla Muaviye çocukluk ve gençlik dönemini hem zengin hem de güçlü bir kabilenin mensubu olarak yaşamıştır. “İslam karşıtı” mücadelesi ise Muaviye’nin gençliğine damga vuran olaylardan başında gelmektedir. Üstelik bu mücadelede Muaviye’den önce annesi ve babası yer almıştır. O kadar ki, Muaviye ve ailesi Mekke ele geçirilene kadar Müslüman olmayı reddetmişlerdir. Söz konusu dönemde Müslüman olmaları ise bir tercih değil zorunluluk olarak vuku bulmuştur.
Hatırlanacağı üzere Müslümanlar ile Mekkeliler arasında ortaya çıkan ilk ciddi karşılaşma Bedir savaşında olmuştur. İşte bu savaşın sebebi bir misilleme olarak Müslümanların Muaviye’nin babası Ebu Süfyan’ın kervanlarına el koyma isteğidir. Ebu Süfyan ismi önemlidir zira O Uhud savaşından itibaren Mekke cephesinin komutanlığına ve aynı zamanda liderliğine getirilmiştir. Ve bu liderlik daha önce de belirttiğimiz üzere, Ebu Süfyan ailesinin Müslümanlığı kabul ettiği tarihe kadar sürmüştür. Bu arada Bedir’e dair şunu hatırlatmak gerekir ki, Ebu Süfyan bu savaşta karısının kardeşini, babasını, amcasını ve kendi oğlunu kaybetmiştir.[1] Kimi kaynaklara göre Ebu Süfyan’ın ailesini öldürenler arasında Ali b.Ebu Talib de bulunmaktadır. Yaşanan kayıplar sonrasında Ebu Süfyan’ın karısı Hint intikam yeminleri etmiş ve nihayet Uhud savaşında Peygamberin amcalarından ve aynı zamanda süt kardeşi de olduğu ifade edilen Hamza’nın öldürülen cesedini parçalamış ve ciğerlerini çiğnemiştir. Bundan dolayıdır ki, Muaviye’ye “ciğer yiyen kadının oğlu” lakabı verilmiştir.[2]
Muaviye Müslüman olmak zorunda kaldığında 28 yaşındadır ve tarih 630’u göstermektedir. Kimi karşılaşmalarda babası ile birlikte Müslümanlara karşı savaşan Muaviye çok geçmeden Müslümanlar arasında da hızla yükselecek Vali hatta Halife bile olacaktır. Bu hızlı yükselişin arkasında hiç şüphesiz Muaviye ailesinin gücü, zenginliği ve otoritesi bulunmaktadır. Şöyle ki Huney savaşı sonrasında Ebu Süfyan ve Muaviye’ye neden fazladan ganimet verildiğine ilişkin soruya İslam Peygamberinin şu cevabı verdiği nakledilmektedir: “‘Ey Ensâr! Sizin inancınızdaki samimiyete güvenim vardır. Kureyş ise İslâm’a yeni girmiştir. Şimdiye kadar meydana gelen savaşlarda Müslümanlar tarafından pek çok yenilgiye uğratıldılar. Onların kalplerini yatıştırmak için fazla hisse verdim. Onlar evlerine koyun ve develerle gidecek. Siz ise Rasûlüllah ile gideceksiniz. Buna razı olmaz mısınız?”[3] Evet, onlara güven yoktu ve dahi onların “kalplerinin ısıtılması” gerekiyordu.
Muaviye’nin devlet katında yükselişi halife Ebubekir ile başlar, Halife Ömer döneminde ise O’nu Ürdün ve Dımaşk valisi olarak görürüz. Bakın, Muaviye Müslüman olalı henüz 10 yıl olmuştur ve o artık değişmez valiler arasında yer almaktadır. Bu anlamda Halife Osman dönemi önemlidir. Aynı zamanda Halife Osman’ın amcasının torunu da olan Muaviye bu dönemde adeta “kendi devletini” ilan etmiş ve Suriye bölgesinin genel valisi konumuna yükselmiştir. Halife olana kadar da bu görevden ayrılmamıştır; yani 20 yıl.
İslam tarihinin “derin isimlerinden” biri olan Muaviye’nin yükselişi Halife Ali dönemine kadar sürer. Ali, iktidara geldiğinde ilk icraatlarından biri olarak Muaviye’yi görevden aldığını açıklar. Çünkü O, gerek Muaviye’ye gerekse de O’nun kabilesine oldukça uzak bir isimdir. Halife Ali’ye ait olduğu ifade edilen şu sözler bu noktada oldukça önemlidir. Birlikte okuyalım: “Andolsun Allah'a ki Ümeyyeoğulları, Allah'ın hiçbir harâmını helâl saymadan, hiçbir dînî bağı çözmeden bırakmazlar bu işi. Taşla, kerpiçle yapılmış bir ev, ovaya kurulmuş bir çadır kalmaz ki zulümleri, oraya girmemiş olsun; hiçbir yurt bulunmaz ki onların cevrine karşı koysun da yıkılmadan dursun”[4] Yine, Ali bin Ebu Talib tarafından Muaviye’ye hitaben yazılan şu satırlarda oldukça çarpıcıdır: “Ey Muâviye, siz ne vakit halka hâkim oldunuz, ne vakit ümmetin buyruğunu ellerinize aldınız; hem de geçmiş zamanlarda bir hakkınız, üstün bir şerefiniz yokken? Allah'a sığınırız kötülüğe düşüren sebeplerden. İsteklerin gafletine düşüp gitmekten, içinden, dışından gizli açık aykırılığa düşüp karşı durmaktan çekinmeni söylerim sana. Beni savaşa çağırdın; halkı bir yana bırak, tek başına karşıma çık; iki tarafı da savaş zahmetinden kurtar da hangimizin gönlü kararmış, hangimizin can gözü kapanmış, belli olsun. Dinimden dönmedim, yeni bir peygambere uymadım; ben, sizin isteyerek terk ettiğiniz, zorla ve istemeyerek girdiğiniz dosdoğru yoldayım.” Nihai olarak Halife Osman’ın öldürülmesi sonrasında Ali’ye biat etmeyen Muaviye, Ali’nin karşısına Suriye Sıffın da çıkar. Savaş dört aya yakın sürer, Muaviye savaşı kaybetmek üzereyken mızrakların ucuna Kur’an sayfalarını taktırır ve “Kur’an aramızda hakem olsun” der. Böylelikle tarihin en büyün din istismarlarından birine de imza atmış olur. Sıffın şu nokta önemlidir: Peygamberle birlikte aynı evi paylaşan, aynı zamanda O’nun amcasının oğlu ve damadı da olan Halife Ali’ye karşı Muaviye’ye 100 bin kişi toplamıştır. Dahası Ali savaşı kazanmak üzereyken bir hileye başvurmuş ve bunu da kabul ettirmiştir, nihai olarak “kazanan” yine Muaviye olmuştur.
Muaviye’nin “kazanma” sürecinde uydurulan hadislerin, iktidar paylaşımının, “ganimet” olarak dağıtılan devlet mülklerinin elbette önemli bir payı olmuştur. Şöyle ki, Muaviye hadis olduğu öne sürülen kimi sözlerde “Cebrail tarafından kutsanan bir kişilik” ve “Allah katındaki güvenilir kimselerden biri” olarak tanıtılmıştır.[5] Hal böyle olunca da hem ilahi hem de beşeri yönden Muaviye’nin itibarı en üst perdeden onaylanır hale getirilmiştir. Halife Ali’nin öldürülmesi sonrasında Hasan’ın halifeliğini de tanımayan ve onunla bir “anlaşma”(!) yaparak Halifeliği ele geçiren Muaviye ölene kadar yani 20 yıl bu görevde kalmıştır.
Önceki halifelerden farklı olarak kendisini “Allah’ın halifesi” olarak tanıtan, daha ölmeden oğlunu halife olarak seçtiren, "parasının iş gördüğü yerde konuşmaya, konuşmanın iş gördüğü yerde kırbaca, kırbacın iş gördüğü yerde kılıca gerek duyamayan”[6] Muaviye 20 yılın sonunda Müslümanları bir saltanat düzeni ile baş başa bırakarak hayata veda etmiştir.
Peki, Muaviye’den geriye ne kalmıştır? Saltanat hırsı içerisinde Peygamberin torunlarını dahi öldüren bir evlat; zenginlik, mevki, makam peşinde koşan Müslümanlar, birbirlerini kitlesel halde katleden bir ümmet ve nihai olarak sırf cizye versin diye Müslümanları bile gayri Müslim tebaasına sokan iktidarlar. Her ne kadar Muaviye’nin kurduğu bu devlet 90 yıl yaşasa da, İslam topraklarının çoğunda sözünü ettiğimiz bu saltanat zihniyeti hala iktidardadır. Ve Muaviye hep “kazanan” kılan da bu olmuştur; iktidar hırsı!
Aydın Tonga
Odatv.com
[1] İrfan Aycan. Saltanata Giden Yolda Muaviye b.Ebu Süfyan.
[2] Aydın Tonga, Kapital İslamın temeli Muaviye, Doğu Kitabevi,
[3] İhsan ARSLAN, SAHÂBENİN OLUMSUZ DAVRANIŞLARI KARŞISINDA HZ. PEYGAMBER’İN TAVRI.
YORUMLAR