1165 senesinde, Yahudi bir ortaçağ gezgini olan Tudela'lı Benjamin, Musul sınırındaki Dicle nehrinin kıyılarına ulaşmıştı. Yaşadığı çağ düşünülünce, bin yıl önce gerçekleşen bu ziyaret hayret uyandırıcıydı. Seyahatini kayıt altına alırken şu sözleri yazmıştı, ''Oldukça büyük ve eski olan kent, Pers imparatorluğunun sınırları içerisinde bulunuyor.'' Kendisi oraya varmadan 15 yy. önce yıkılmış olan Ninevah harabelerini işaret ediyordu.
Musul, Mezopotamya'nın bereketli nehir havzasına kurulmuştu, surlarla çevrili şehir medeniyetin beşiği olarak meşhurdu, Halep'in batıya olan bağlantısı gibi doğudan gelen kervanlar için bir bağlantı noktasıydı. Yüzlerce yıl süren savaş ve karışıklıklar, yıkım ve yeniden inşaların ardından şehir halen ayakta. Ve hatta bir milenyum önce, daha sonra kazanacağı kıymetin bilincinde olmadan önce dahi, Musul halkı zengin petrol kaynaklarına sahip olduklarının farkındaydılar.
12.yy'da bir başka Arap seyyah şöyle yazmıştı, ''Musul yolunun sağ yakasında, toprağın içeri çöktüğü yerde, bir bulutun altında gibi duran bir karaltı bulunuyor. Büyükten küçüğe herkes, fışkırarak dışarı çıkan bu ziftin kaynağının Allah olduğunu biliyor.''
2014'ün yaz aylarında IŞİD'in eline geçen Musul'u geri alabilmek için Irak ordusu ve polis kuvvetleri, müttefik milisler ve Kürt peşmerge güçleri uzun zaman önce kararlaştırılmış bir harekata başladılar. Kuzey Irak'ın en önemli kenti olan Musul'un geri alınarak huzura kavuşturulması için başlatılan ve belki de dağılmış bir ulusu birlik haline getirebilme potansiyeline sahip olan bu savaşın ardından neler olacağı daha önemli bir konu olsa gerek.
Kentin geçmişine baktığımızda, çeşitli zamanlarda farklı güçlerin eline geçtiğini görüyoruz.
ORTAÇAĞ DÖNEMİNDE MUSUL
Hristiyan Haçlılarının Akdeniz'in doğusunda kök salmalarını sağlayan ilk Haçlı Seferi'nin ardından, karşılık vermek isteyen Müslümanlar için Musul merkez noktalarından biri haline gelmişti. O günlerde kent, Orta Doğu'ya yerleşerek bölgenin yönetimini ele geçiren Türk boyu Selçuklular tarafından yönetiliyordu.
1104 senesinde, Musul'un başındaki Selçuklu atabeyi liderliğinde bir ordu Musul'dan batı yönüne, günümüzde İslam Devleti'nin elinde bulunan modern Suriye kenti Rakka yakınlarına doğru, Haçlı ordusunu bozguna uğratmak üzere yürüyüşe geçmişti. Arap tarihçiler bu galibiyeti, ''Müslümanlar için eşsiz bir zafer'' olarak tarihe not ediyorlardı. Aynı tarihçiler, Müslümanları zafere götüren unsurun inançlarından aldıkları güç olduğunu da ekliyorlardı. 1127'de İmad ad-din Zengi, Musul'un atabeyi olmuş ve Musul ile Halep ile Haçlılardan almakta başarılı olduğu Edesa'yı (Şanlıurfa) birleştirerek bir imparatorluk kurmuştu.
Zengi hanedanlığı, Musul'da kurulmuş, aynı anda hem Levant bölgesinde bulunan Haçlılar, hem de Bağdat'ta bulunan Halifelik ile rekabet etmekteydi. İslam tarihinin en büyük kahramanı olarak bilinen ünlü Kürt general Selahaddin, 12.yy'ın sonlarına doğru Orta Doğu'nun büyük bir bölümünü yönetimi altına aldığında dahi, Musul Zengi yönetiminde kalmaya devam etmişti. Kenti elde tutmak için gösterdikleri direniş ise ilerleyen yüzyıllarda kırılacaktı, fakat ne Haçlılar karşısında ne de rakip Müslüman güçler karşısında değil, Moğol akınları bu kırılmaya neden olacaklardı.
Tüm çatışmalara rağmen, şehir ve civarı çeşitlilik içeren yapısını korumuş ve Müslüman, yahudi ve Hristiyanların ortak toprağı olarak kalmış ve bir ticaret merkezi olma özeliğini korumuştu. Gerçi, asıl üretim yerine Bengal olsa da, Musul'un adı 'müslin' adlı son derece yumuşak bir kumaşın isminden türetilmişti.
BİR OSMANLI VİLAYETİ
16.yy'da Türk ordusunun Pers hanedanı Safavilere karşı aldıkları galibiyetlerin ardından Musul, Osmanlı kontrolüne geçmişti. Ortadoğu'da Arapça konuşulan yerler olarak bildiğimiz bölgeler Osmanlı'nın yönetimi altına alınmıştı. Sünni-Şia çatışmasının bir formu olarak adlandırabileceğimiz Osmanlı-Pers rekabeti, ilerleyen yüzyıllar boyunca bölgenin jeopolitik yapısını belirlemişti. Şimdilrde Irak'ı oluşturan topraklar, bilhassa dağlık kuzey bölgesi, büyük ölçüde savaşlar, çarpışmalar, kuşatmalar ile sarılmış durumda.
19.yy'ın başlarında, Mısıl Osmanlı'nın en önemli kentlerinden ya da bölgelerinden biri haline geldi. İmparatorluığun çöküşünden sonra, Britanyalı sömürge yönetimi Musul, bağdat ve Basra'yı birleştirerek şimdiki Irak'ı yarattılar.
SYKES-PICOT'UN MİRASI
I.Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru, 1918'de Irak'ta bulunan Türk yönetimi ebediyen sona erdiğinde bir İngiliz ordusu Musul'a doğru yürüyüşe geçmişti. Vermekte olduğumuz haritada, savaşın sonunda uygulanmak üzere hazırlanan ve asla uygulanamayan yerleşim planını görebilirsiniz. Kötü şöhretli Sykes-Picot anlaşması, adını 1916'da bölge üzerinde gizli bir paylaşım anlaşması yapan Fransız ve İngiliz iki diplomattan almıştı, ikili dağılan Osmanlı'nın Orta Doğu'da bulunan topraklarını ülkeleri arasında paylaştırıyorlardı. Musul kenti ise, Fransız yönetimi altında kalıyor ve şimdi olduğu gibi Bağdat'tan ziyade Suriye kenti olan Halep'e bağlanıyordu.
Fakat, Fransızlar Suriye'yi kontrol altında tutmanın yolunu ararlarken İngilizlerin gözü Musul'un petrol havzalarındaydı, hatta Şam'ı Osmanlı'nın elinden almayı başaranlardan biri de İngiliz güçleriydi. Yapılan bir anlaşma ile Fransızlara Suriye ve Lübnan'ın yönetimini bırakırken, İngilizler Musul'un kontrolünü alıyorlardı. Avrupalılar, I.Dünya Savaşı süresince bağımsız devlet kurmaları için Araplara verdikleri sözü tutmamışlardı. Verilen sözlerin yerine, Orta Doğu İngiltere ve Fransa'nın sömürgesi haline gelmiş ve 'Sykes-Picot'' bölgeye yabancıların müdahelesi ve etkileri konusunda kalıtımsal bir miras bırakmıştı.
Musul'un güneyde bulunan öteki vilayetlere bağlanması, Orta Doğu tarihçisi Juan Cole'un yazısında anlatıldığı gibi, İngilizlerin eski Osmanlı Sünni elitlerine bel bağlayarak, şimdi Türkiye'nin yaptığı gibi, eski Osmanlı subayları İngilizler tarafından eğitilmişlerdi. Bu strateji güney bölgesinde bulunan ve fakir ve cahil köylüler ve kasabalılardan oluşan Şia'yı marjinalize etmişti, bunlar da İngilizlere rahatsızlık vermek için en kestirme yolun bombalama faliyetleri olacağını biliyorlardı.
Bir şablon kuruldu. Irak, 1932'de gerçekleşen bağımsızlık ile İngilizler tarafından iktidara getirilen bir monarşi tarafından yönetilmeye başlandı. Daha ileri bir tarihte artarda yaşanan darbeler ile monarşi sona erdirilmiş ve otoriter Baas partisinden Saddam Hüseyin yönetimi ele geçirmişti. 2003'te Amerikan istilasına kadar Sünni bir grup politik ve askeri elit, kendilerinden daha kalabalık olan Şia nüfusun üzerinde baskı kurmayı başarmıştı.
TÜRKİYE'NIN ASLA OLMADIĞI HALİ
1920'de, daha sonra devrilen Osmanlı parlamentosu altı maddelik bir manifesto yayınlayarak 1918'de gerçekleşen ateşkesin ardından I.Dünya Savaşı'nın bittiğini onaylamıştı. Osmanlı parlamentosunda bulunan milliyetçiler tarafından öne sürülen farklı sınır varyasyonlarında Türk toprakları eskiden olduğundan daha küçüktü – bu haritanın bir benzeri bugün de ortaya çıkmış vaziyette. Bazı bölgeler kesin bir üslupla Türkiye sınırlarına dahil edilirken, bazılarında karar referandumla alınacaktı. Görebileceğiniz üzere, Musul bu vizyonun bir uzantısı olacak şekilde haritada Türkiye sınırlarına dahil gösterilmektedir.
Tüm bu planların gerçekleşmesi yerine, 1920'de Osmanlı sarayı utanç verici Sevr Antlaşmasını imzalamıştı, bu sayede Türkiye birden çok parçaya bölünüyor, her parça Batı ülkeleri, Kürtler, Ermeniler ve ötekiler arasında paylaştırılıyordu. Bu asla mümkün olmadı: Seferberlik haline geçen Osmanlı ordusu nihayetinde yabancı güçleri ülkenin dışına atmayı başardılar. 1923 yılında Lozan Antlaşması ile Türkiye'nin modern sınırları belirlendi.
Musul meselesi karışıklık yaratmıştı, milliyetçi Türkler, İngilizlerin Kuzey Irak'ta bir referandum yapmaları durumunda Musul'un Türkiye'ye katılmak isteyeceğini söylüyorlardı. Ancak bu asla gerçekleşmedi, Milletler Cemiyeti'nde bazı değişken politik bir süreçlerin ardından, Türkiye ve Britanya 1926 yılında nihayet anlaşmayı imzaladılar, Ankara sonraki 25 yıl boyunca petrol kaynaklarından elde edilecek gelirden pay alma karşılığında Musul, Kerkük, Süleymaniye üzerindeki hak talebini sona erdirdi.
Bu tarihi mesele Musul'da düzenlenen saldırılarla birlikte yeniden ortaya çıktı: Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ordusunun bu koalisyonda bir rolü olması konusunda son derece kararlı, 1920'de imzalanan belgeyi işaret ederek ülkesinin ''masada yeri olduğu''kendisi tarafından ifade ediliyor. Bağdat'ta bulunan yetkililer ise bu çıkıştan pek etkilenmişe benzemiyorlar.
KAOS ANI
Oyunun mevcut durumu şöyle. Musul bölgesel yangının merkezi konumunda: Irak ve Suriye'de etkili olan aşırılık yanlısı Sünni bir grup tarafından işgal edilmiş durumda. Irak hükümeti İran yanlısı Şia militanlar tarafından destekleniyor ve bu militanlar kenti geri almak için Kürt peşmerge güçlerinden destek alıyorlar, halklarının bağımsız Kürt anayurdu için uzun süredir devam eden ızdıraplı süreçler konusunda bu savaşçılar gayet iyi seviyede bilgi sahibiler. Ve Kürt milliyetçilerin bölgeye dair yeşeren hayallerine karşı temkinli olan Türkiye'nin gözü üzerlerinde ve Türkler bir zamanlar olduğu gibi dünyanın bir bölümü üzerinde yeniden etki sahibi olabilmek için hevesliler.
Çeviri: Şıvan Okçuoğlu
Kaynak: The Washington Post
Odatv.com
YORUMLAR