Melis Alphan | Hürriyet
Geçtiğimiz günlerde muazzam bir şey oldu.
Yeni Zelanda’da yerli halk Maoriler tarafından kutsal sayılan Whanganui Nehri “canlı varlık” olarak tanındı ve nehre hukuki statü verildi. Nehrin hakları, Maori kabilesinden ve kraliyetten birer kişi tarafından mahkemelerde temsil edilecek. Nehir için 80 milyon dolar tazminat ve nehrin temizlenmesi için de 30 milyon dolar fon verilecek.
Yeni Zelandalı bakan Chris Finlayson dedi ki: “İnsanlar ilk anda doğal bir kaynağa hukuki şahsiyet kazandırmayı garipseyeceklerdir. Ama bu, şirketlerden veya anonim topluluklardan daha garip değil.”
Geçtiğimiz hafta sonu Atlas dergisi ve WILO Pompa Sistemleri, su kaynaklarının önemine dikkat çekmek için bir etkinlik düzenledi. Durusu (Terkos) Gölü kıyılarında “su için yürüdük”.
Bu doğa yürüyüşü sırasında, uçsuz bucaksız yeşilliği izlerken bunu düşündüm.
Her şeyimizi muhtaç olduğumuz doğa hiçbir zaman kendini savunamıyor, dili yok ki konuşsun. Hele de neoliberal politikalarla iyice canına okunan şu günlerde, bir doğal varlığa hukuki statü vermek takdire şayan.
Hele de konumuz su ise.
Doğa yürüyüşünde su kaynaklarının her geçen gün biraz daha azaldığını ve suya ulaşmanın giderek zorlaştığını konuştuk durduk.
Henüz nehirlere veya göllere hukuki statü verecek çağdaşlık seviyesinden epey uzak olduğumuzdan, suya dair bazı alışkanlıklarımızı değiştirmekten başka çare yok.
Hem bireysel hem de kitlesel anlamda.
WWF Türkiye, 2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü’nde sulak alanların kaybının sadece canlıların yaşamını tehlikeye atmadığını, aynı zamanda doğal afetlere de davetiye çıkardığını vurgulamıştı.
Yazının devamı için tıklayın >>
YORUMLAR