GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI

[email protected]

Türkiye'de Toprak Kavgası Bitti Mi?

11 Mayıs 2020 - 11:08

Türkiye’de tarımsal üretim, özellikle 1980 sonrası gerileme sürecine girmiş ve dışa bağımlılık artmıştır. Öyle ki ülke samana ve soğana muhtaç duruma gelmiştir. Bunun başlıca nedeni yerel potansiyelin göz ardı edilmesi ve tarımın piyasa koşullarına terkedilmesidir.

Buradan çıkış için atılacak ilk adım tarım-gıda zincirindeki tüm halkaların yeniden irdelenmesidir. Bilindiği gibi bu zincirin ilk halkası girdidir ve girdi deyince ilk akla gelen üretimin gerçekleştiği topraktır. Toprak, insan ve tohum ile birlikte tarımsal üretimin olmazsa olmazıdır. Gerçi günümüzde “topraksız tarım” kavramından da söz edilmektedir. Fakat bunun tarımsal üretime katkısının kısıtlı olacağı açıktır.

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de toprak kavgası, açık veya gizli devam ediyor. Tartışma, toprak reformu, arazi toplulaştırma ve arazi kullanımı gibi üç farklı kavram üzerinden yürüyor. Bunlardan toprak reformu dengesiz toprak dağılımı, arazi toplulaştırma tarım işletmelerinin parçalı yapısı, toprak kullanımı ise ekolojik dengenin bozulması nedeni ile gündeme geliyor.

TOPRAK REFORMU 

Bunlardan en önemlisi kuşkusuz toprak reformudur. Çünkü toprak mülkiyeti, tarımsal üretim açısından olduğu kadar toplumsal yaşam açısından da önemlidir. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çoğu politik kavganın toprak mülkiyeti ve toprak reformu ile ilişkili olduğu bir gerçektir(1).

Türkiye’de ilk esaslı kavga 1945 yılında yaşanmıştır. Çiftçinin topraklandırılmasına ilişkin 4753 sayılı yasa toprak ağalarının tepkisine yol açmış ve 1950 yılında kamulaştırma limiti kaldırılarak uygulanması engellenmiştir. 1973 yılında çıkan 1757 sayılı yasa Şanlıurfa’da uygulanmaya başlanmış, ancak 1978 yılında iptal edildiği için uygulanabilirliği kalmamıştır. Son düzenleme olarak 1984 yılında çıkan 3083 sayılı yasa kapsamında ise bir miktar kamu arazisi dağıtılmıştır. Halen arazi toplulaştırma amacı ile uygulanmaktadır(1).

Görüldüğü gibi önceki girişimlerin tümü başarısızdır. Bunun yarattığı yılgınlıktan olmalı ki “toprak reformu” kavramından çekinilmektedir. Varsa yoksa tarım reformu...Toprak reformunun özü, topraksız çiftçilerin topraklandırılması ve feodal baskılardan kurtulmasıdır(2).Tarım reformu ise girdi, kredi, pazarlama gibi kolaylıkları tanımlamaktadır. Eğer topraksız çiftçi ve feodal baskı varsa öncelikle toprak reformu gerekli demektir.

Türkiye’de toprak dağılımındaki dengesizlik devam ediyor. 2001 tarım sayımına göre tarım işletmesi sayısı 3 milyon dolayındadır. Bunların yüzde 33.4’ü küçük işletme (2 ha ve altı) niteliğindedir ve bunların ekili topraklardaki payı yalnızca yüzde 5.4’tür. 1981 yılında yüzde 27 dolayında olan topraksız çiftçi oranının güncel durumu hakkında veri yok. Fakat güncel veri yokluğu problemin yok olduğunu göstermiyor.

Küçük tarım işletmelerinin sayısı 2001 tarım sayımına göre 1 milyon, çiftçi kayıt sistemine göre ise 700 bin dolayındadır. Bu ailelerin yeteri kadar toprağı olduğu söylenemez. Ayrıca 300 000 dolayındaki mevsimlik tarım işçisinden söz ediliyor. Bunların da yeterli toprağı olmadığı bellidir. Bu iki olgu kapsamlı olmasa da toprak reformunun gerekli olduğunu gösteriyor.

ARAZİ TOPLULAŞTIRMA 

Tarım işletmelerinde parsel açısından çok parçalılığı azaltmaya yönelik bir uygulamadır. Çiftçiye toprak verilmesi değil, gönüllü değiş-tokuş yolu ile parça sayısının azaltılmasıdır. 2001 tarım sayımına göre Türkiye’de tarım işletmelerinin yanlız yüzde 10.2’si tek parçadan, yüzde 41.7’si ise 6 ve daha fazla parçadan oluşuyor. Dolayısı ile tarım tekniği ve verim artışı açısından olumlu bir yaklaşım gibi gözüküyor ve ülke genelinde toplam 14.3 milyon tarım arazisi toplulaştırma potansiyeli taşıyor.

Fakat bu uygulama da başarılı değildir. Farklı illerde 2019 yılına kadar toplulaştırılan alan 6.5 milyon hektardır ve potansiyel alanın yüzde 45’i kadardır. Ancak bunun henüz 4.3 milyon hektarı tescil edilmiştir. Çiftçiyi topraklandırmaya yönelik olmayan bu uygulamanın, 7139 sayılı yasa ile DSİ’ye aktarıldığı (2018) ve iyice tavsadığı görülüyor.

Toprakların sürdürülebilir kullanımı ile ilgilidir ve yoğun girdili tarımın yaygınlaşması ile gündeme gelmiştir. Yoğun girdili tarım verim artışı açısından olumlu bulunuyor. Fakat doğal kaynakları hızla tükettiiği ve ekolojik dengeyi bozduğu da görülüyor. Bunun alternatifi ise toprakların agroekolojik yaklaşımla işlenmesidir. Güvencesi ise tarımsal üretimde aile çiftçiliğinin güçlenmesi ve yaygınlaşmasıdır. FAO’nun 2014’ü “aile çiftçiliği yılı” ilan etmesinin başlıca nedenlerinden biri budur.

TARTIŞMAYA TOPRAKTAN BAŞLAMALI 

FAO(3)’ya göre; dünyada tarım işletmelerinin yüzde 90’ı aile çiftçiliği kapsamındadır ve bunların yüzde 84’ünde işletme büyüklüğü 2 hektar veya altındadır. Bunlar toprakların yüzde 75’ini ekiyor ve tarımsal üretimin yüzde 80’ini gerçekleştiriyor (3).

Türkiye’de de işletme sayısı açısından aile çiftçiliği yüzde 90 dolayındadır. Ancak özellikle küçük aile işletmelerinin ekili topraklardaki ve tarımsal üretimdeki payı oldukça düşüktür. Örneğin, 5 hektardan küçük işletmelerin sayısal oranı yüzde 64.8, fakat bunların ekilen topraklardaki payı yüzde 21.3 tür. Üstelik bu payın giderek azaldığı görülüyor. Bir başka olumsuzluk ta tarım topraklarının başka amaçla kullanılmasıdır.

Kısaca; tarımı tartışmaya topraktan, özellikle toprak reformu ve toprak kullanımından, başlamak gerekiyor. Yoksa yaşanan başarısızlığın geleceğe uzanması kaçınılmazdır...



PROF. DR. AZİZ EKŞİ



DİPÇE


(1)AKSOY,S.1969. 100 soruda Türkiye’de toprak meselesi. Gerçek Yayınevi.İstanbul.

(2)TÜRKER,M.2010. Dünyada ve ülkemizde toprak ve tarım reformu. Kooperatifçilik,45(3),38-57.

(3)FAO.2014. The State of Food and Agriculture 2014: Innovation in Family Farming. Roma.

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum