Anavatan Türkiye ve KKTC Cumhurbaşkanları, Recep Tayyip Erdoğan ve Ersin Tatar’ın defalarca egemen eşitliğimiz tanınmadan müzakerelere başlanmayacağı açıklamalarına karşın, Rum-Yunan ikilisinin müzakerelere Crans Montana’da kaldığı yerden federasyon hedefiyle hemen başlanması gerektiğinin öne sürülmesi, diğer bir anlatımla taraflar arasında ‘ortak zemin’ bir yana, uzlaşmaya yönelik görünürde hiçbir yakınlaşmanın olmadığı, kutuplaşmanın söz konusu olduğu ortadayken, BM Genel Sekreteri Guterres’in eski Kolombiya Dışişleri Bakanı Maria Angela Holguin Cuellar'ı kişisel temsilci atamasının tarihte görülmemiş diplomatik skandallar arasındaki yerini aldığını daha önce yazmıştım. Ayrıca, bu köşenin sürekli takipçileri siz değerli okuyucularım, benim BM Genel Sekreteri’nin temsilci atamasına karşı olduğumu 2 Kasım 2023 tarihli ‘BM’nin Kıbrıs’a temsilci atamasına karşıyım; bu tanınma siyasetimize vurulmuş bir darbedir’ ve 14 Aralık 2023 tarihli ‘KKTC’nin tanınması en az 6 ay buzdolabında’ yazılarımda tüm gerekçeleri ile takip etmiştir. Söz konusu yazılarımda vurguladığım bazı önemli bölümleri hatırlatmamda fayda görmekteyim:
-“Yeni temsilci atanması konusunun tek hedefi KKTC’nin tanınmasını engellemekten başka bir şey değildir. Bu konuda, KKTC Cumhurbaşkanı Tatar ve Türkiye yetkililerinin temsilci atanmasına karşı olunduğu hususunda birçok açıklama olmasına rağmen, gelinen noktada BM temsilcisi atanmasına razı gelindiği yönünde haberler vardır. Bu, bana göre, mevcut iki devlete dayalı onurlu siyasetimize, tanınma olmadan masaya oturmayacağımız duruşumuza vurulmuş bir darbedir.”
-“Bu kararın alınmasında, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılarından kurtulma çabalarında Batı ile ters düşmeme gailesinin yattığını söylemek yanlış olmayacaktır. Genel Sekreter’in yeni Temsilcisi’nin, sadece Genel Sekreter’den yetki alacağı ve Güvenlik Konseyi kararlarında tanımlandığı gibi üzerinde mutabık kalınan çözüm çerçevesine bağlı kalmak ve sınırlamalarına uymak zorunda olmayacağı ve bu nedenle Türk tarafının atamaya izin verdiği bahanesini sunanlar bunu benim külahıma anlatsınlar. Umudum şimdiden başarısız olacağı belli olan Temsilci’nin görev süresinin bir takvime bağlanmış olması, kısa süreçli olmasıdır. Aksi takdirde BM’nin yeni müzakere prangası ile ana hedefimiz olan KKTC’nin tanınması hedefine ulaşmamız oldukça güç olacaktır.”
-“ ‘Ortak Zemin’ olmadığı, tarihte hiç bu kadar açık ve net olmamışken, BM Güvenlik Konseyi’nin bu dayatmasını Türk tarafı olarak kabul etmemizi hazmedemediğimi, temsilci atamasına karşı olduğumu daha önce yazmıştım…Rumlara göre bu ‘temsilci’ BM Güvenlik Konseyi kararlarına göre hareket etmekle yükümlüdür; diğer bir değişle federal bir çözüm hedefi çerçevesinde ortak zemin arayışında olacaktır. Federal çözümü reddeden Türk tarafının görüşüne göre ‘temsilcinin’ Rumların kesinlikle karşı oldukları iki devletli çözüm çerçevesinde bir ‘ortak zemin’ arayacağı şeklindedir. Temsilcinin 6 ayla sınırlandırılmış bir görev süresi olması hususunda da her kafadan bir ses çıkmaktadır.”
-“Kıbrıs Türk halkının uluslararası toplum içerisinde çoktan hak ettiği yerini alması daha ne kadar geciktirilecektir? Türkiye bu oyuna daha ne kadar razı gelecektir? Son iki sorum daha var! BM temsilcisinin atanmasıyla birlikte müzakereler başlıyor algısının yaygınlaştığı bir ortamda KKTC’nin tanınmasının mümkün olabileceğine inanan tek bir yetkilimiz var mıdır? Bu durum, 77 ve 78. BM Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünyaya yaptığı KKTC’yi tanıyın çağrısı ve “tanınma olmadan, iki devletli çözüm ve egemen eşitliğimiz ile eşit uluslararası statümüz kabul edilmeden görüşecek bir şey yok” siyasetimiz ile çelişmiyor mu?”
Yazdıklarım, düşünce ve uyarılarım bunlardı. Gelinen noktada adaya 3. kez gelen ve liderlerle ayrı ayrı görüşen Holguin’in ‘ortak zemin’ bulamadığı açık bir şekilde ortaya çıktı. Holguin’in, iki taraftaki federasyoncu sivil toplum örgütleri ile görüşerek, bu örgütlerin ‘ortak zemini vardır; liderler bunlara kulak vermelidir’ açıklaması, görev tanımının dışına çıkarak liderleri 3’lü görüşmeye zorlamaya kalkışması, demokratik seçimlerle, halklarının iradesini temsil eden liderlere ve halklarına büyük bir saygısızlık ve hadsizliktir. Anlaşılan Holguin, KKTC’nin tanınmasını engelleme ve federasyonu canlandırmaya yönelik emperyalist batının, özellikle ABD ve AB’nin talimatlarına kendisini fazla kaptırmıştır. Guterres’den sonra BM Genel Sekreterliği makamına aday olacağı söylenen ve BM Güvenlik Konseyi Üyesi ülkelerinin desteğine ihtiyacı olan Holguin’in, yazacağı raporun tarafsız olması beklentisi içerisinde de olmamız gerekmektedir. Güney Kıbrıs, Yunanistan, AB, ABD ve İngiltere’den Holguin’in ‘ortak zemin’ bulmak üzere görev süresinin uzatılması yönünde açıklamalar yapılmaktadır. Aynı merkezlerin, sorunun çözümü için diyalogdan kaçınılmaması gerektiği, sorunun çözümü için tarafların temasının/görüşmesinin şart olduğu hususundaki açıklamaları ise bu merkezlerin yakın tarihte yaşananları hatırlamak ve gerçekleri görmek istemediklerini göstermektedir. 56 yıldır sürdürülen müzakereler, görüşmeler ve temaslarda Kıbrıs sorununun Rum-Yunan ikilisinin bilindik uzlaşmaz tutumu nedeniyle çözülemediğini, bu vakitten sonra da tarafların taban tabana zıt duruşları varken, diyaloğun faydasının olamayacağını kestirmek zor mudur? Annan Planı’na hayır diyen, Crans Montana’da anlaşmaya ramak kala apar topar masayı terk eden ve hâlihazırda Kıbrıs Türk halkının ambargo ve izolasyonlara maruz kalmasını sağlayan, müktesep haklarımızı iadeye yanaşmayan Rum Yönetimi ile ne görüşülecektir? Niçin diyaloğa girilecektir?! Yapmamız gereken, tek gayesi KKTC’nin tanınmasını engellemek olan bu ayyuka çıkmış tuzaklara düşmeyerek, tanınma hedefine odaklanmaktır; başka yolumuz yoktur…
YORUMLAR