Bu arada Fransa'da 1848 Devrimi ve meşhur " PARİS KOMÜNÜ " yaşanmıştıı.
Buna rağmen özellikle Katolik Kilise , “Akıl ve zekaları kıt olanlar mutludur” diyerek halkı bilgisizliğe mahkum etmeye devam ediyordu.
Hiç umulmadık bir olaysa 1894 yılında Yahudi asıllı bir yüzbaşıyı grotesk, düzmece, gülünç bir mahkeme sonucu vatan haini olarak cezalandıran işlemle başladı. Yüzbaşı Alfred Dreyfus genelkurmayda çalışan düzgün bir subaydı. Bazı Fransız silahlarının yeni teknik özelliklerini Almanlara bildirmekle suçlanıyordu.
Yahudiler’e karşı olan düşmanlığıyla bilinen ırkçı gazete ‘La Libre Parole’ subay hakkında suçlayıcı yazılar yazar. Sahte tanıklar ve sahte belgelerle, yüzbaşının apoletleri, düğmeleri ve üniforması halk içerisinde aşağılanmak üzere sökülür.
Yüzbaşı Dreyfus, Alman ajanlığıyla suçlanırken, aksinin ortaya çıkması gibi bir durum Fransız Genel Kurmaylığı için de tehdit oluşturmaktadır. Çünkü Dreyfus’u suçlayan Genel Kurmaylığın haksızlığı ortaya çıkarsa halkın gözünde itibarlarını kaybedeceklerdir. Ayrıca bu davanın normalden fazla ilgi toplamasında Fransa’da 1738’deki ihtilale rağmen gelişen bağnaz-ırkçı-dinci hareketler söz konusudur. İhtilalden sonra Fransa’da o dönemde sözde Cumhuriyet yani ‘kılık değiştirmiş bir monarşi’ vardır. Ordu kiliseye bağlıdır ve eğitim henüz tam anlamıyla laik değildir. Olayı destekleyenlerin çoğunluğu koyu Katolik ‘Cizvitçiler’ ya da ‘cumhuriyet düşmanlarıdır’.
İşin gerçeği ise o tarihlerde Fransa’da, Dreyfus’un aslında en büyük suçu Yahudi olmasıdır.
Yüzbaşı Dreyfus' un tutuklanmasından dört yıl sonra 13 Ocak tarihli L’Aurore gazetesi, ünlü yazar Emile Zola’nın ilk sayfayı kaplayan makalesi ile yayımlandı.
“J’accuse! / İtham Ediyorum!” başlıklı makale yüzbaşının masumiyetini savunuyor, genelkurmayı ve yargıçları suçluyor ve yeniden yargılama istiyordu. Böylelikle Dreyfus’ü tutan ürkek kalabalığın vicdanını Emile Zola seslendirmişti.
Bu bağnazlığın ve ırkçılığın Fransa’yı yüzyıl geriye atacağını düşünen Zola, hiç tanımadığı bir subay için büyük bir mücadeleye girişmiştir. Bir Yahudi’yi savunduğu için Fransız olan Zola bile halk tarafından linç yemiştir. Öyle ki, yiyecek yemek bulamayacak kadar yalnızlaştırılmıştır.
Peki gerçekte Dreyfus Davası nasıl bir sonuç bulmuştur? Benzer şekilde Zola ülkede gelişen ve Ortaçağ’dan kalan antisemitizm yüzünden dışlanmasına rağmen, yazdığı ‘Suçluyorum’ adlı tarihi metinle zaten onunla aynı düşüncede olan ama korkudan tepki gösteremeyen kesimin tam anlamıyla sesi olur.
Sahte delillerin askeri istihbarattaki bir albay tarafından hazırlandığı ortaya çıkarılır ve Dreyfus affedilir.
Dreyfus affedilse bile, ülkede ciddi bir ikilik vardır.
Olay Dreyfus’dan çıkmıştır.
Artık ülkede kavramlar arası çatışma söz konusudur. Bu olayın peşini bırakmaması Zola’nın ölümüyle sonuçlansa da, yazdığı bu politik isyan onun mücadelesini devralanlara feyz olur ve çıkan toplumsal gerginlik sonucu Dreyfus’a yüzbaşılık rütbesi yani itibarı da geri verilir.
Olay sonunda “Yaşasın Dreyfus!” diye bağıranlara Dreyfus şöyle cevap verir:
”Hayır, yaşasın hakikat!”
SELAM OLSUN " HAKİKAT PEŞİNDE KOŞANLARA "...
SELAM OLSUN YÜZBAŞI DREYFUS'A...
SELAM OLSUN EMİLE ZOLA'YA.....
YORUMLAR