içini yeni eşyalarla döşeyince o ev geri gelmiş olsun. Ev olsa, kolay. Ama yanan her bir ev, aslında bir yuva. Her bir yuvada, yaşanmışlıklar, hatıralar var evvela. Nakış nakış, ilmek ilmek işlenmiş el emeği, göz nuru var; belki kaybettiği sevdiğinden kalan bir giysi, bir mektup var. Evin balkonuna, pencerenin pervazına kurusun diye kolye gibi dizilmiş patlıcanlar, biberler; saksılarda, belki Vita kutularında çiçekler, bahçedeki meyve ağacını yuva bellemiş, ekmek kırıntılarıyla sevinen kuşlar var. Çocukluğun özlem duyulan neşesi, gençliğin ateşi, belki ana-baba olmanın ilk heyecanı var. Her bir yuvanın içinde birbirine karışmış gülüşler, birbirini teselli edince aydınlanan hüzünler var duvarların, büfenin üzerine yerleştirilmiş fotoğrafların, vitrinde özenle saklanan dededen kalma köstekli saatin, kahve fincanlarına bulaşan sohbetlerin şahit olduğu. İşte ancak ormanın yeşili yerine doların yeşilini tercih edenler, sevginin anlamını bilmeyenler, ev ve yerine konulabilir eşyayı toparlayınca her şeyin tamam olduğunu düşünüp pervasızca konuşabiliyor demek ki. Ormanlar, bahçeler, tarlalar, ahırlar, ağıllar, kümesler, kovanlar yandı... Kelebekler, arılar, kuşlar, börtü böcek, sincaplar, kaplumbağalar, kuzular, tavuklar, inekler gitti... Onlar can değil mi? Yangından kurtulabilen arılar -varsa- nereye dönecek mesela yuva diye? "300 yaşındaydı bu zeytin" dedi izlediğim videolardan birinde bir kadın. Dövüne dövüne o bir tek ağaç için dedi bunu. 300 yaş! 'Parası neyse veririz, yenisini dikeriz' denilebilir mi? Can o. Kuzusunu kucaklamış yangından kaçıran çocuğa nasıl anlatılır geride kalan, başını okşayıp yemini verdiği, belki birlikte büyüdüğü koyunlardan, ineklerden 'ölenlerin' sayılıp 'ödeme' yapılacağını... Peki ya 'kekliklerim vardı, gelirlerdi yanıma beslerdim onları, hepsi yandı' diye için için değil, hıçkıra hıçkıra ağlayan amcaya söylenecek ne var? Onlar da onun canı. Geri gelir mi o 'can'? Her şey mi paraya endeksli bu kadar? Hiç mi ruh yok, sevgi yok?
YORUMLAR