Mustafa ÖZBEY

Mustafa ÖZBEY

[email protected]

Bir gerçek Beşiktaş hikayesi

09 Ekim 2019 - 09:22

YIL: 1902.Yer: İstanbul-Beşiktaş Serencebey Yokuşunda bir konak.Konağın bahçesinde devrin ileri gelenlerinin genç çocukları spor yapıyorlardı.

Kimi jimnastik hareketleri yapıyor, kimi güreşiyor, kimi de halter kaldırıyordu.

Devir, Sultan II. Abdülhamid devri; bırakın idman yapmayı-sporu; iki kişiden fazla insanın yan yana gelmesine kuşkuyla bakılan bir dönemdi.

Her yanda hafiyeler dolaşıyordu. Saraya jurnal mektupları yağıyordu.

Böylesine bir ortamda, Yıldız Sarayı’nın hemen yanındaki Serencebey’deki bir konakta gençlerin bir araya gelmesi kuşkusuz hemen ihbar edilmişti.

Sporcu gençler; Nazım Nazif (Ander), Ahmed Fetgeri (Aşeni), Mehmed Ali Fetgeri (Aşeni), Hüseyin (Bereket) Cemil, (Tayyareci) Fehmi, Mehmed Şamil, Haydar, Şevket gibi gençler gözaltına alınıp Yedi-Sekiz Hasan Paşa komutasında ünlenmiş Beşiktaş Karakolu’na götürüldüler.

Gençler karakolda bir köşede korkudan titriyorlardı.

İçlerinde bahriyeli Ahmed Fetgeri gibi askeri öğrenciler de vardı.

Karakol görevlileri ise şaşkındı. İhbar edilen gençlerin hemen hepsi eski saraya yakın ailelerin çocuklarıydı.

Örneğin, basılan konağın sahibi Medine Muhafız Komutanı Ferik Osman Paşa’ydı. Oğlu Mehmed Şamil ve yeğeni Hüseyin (Bereket) gözaltına alınanlar arasındaydı.

Keza Fetgeriler, Gürcistan tahtına kadar yükselmiş, daha sonra İstanbul’a göç etmiş, saraya yakın durmuş bir ailenin çocuklarıydı.

Neyse ki iş sonunda anlaşıldı. Gençler sadece beden hareketleri yapıyorlardı; o dönem kötü gözle bakılan futbol bile oynamıyorlardı! Seryaver Mehmed Paşa’nın çabalarıyla gençler sürgüne gitmekten kurtuldular. Padişah affetmişti. Üstelik...

Saray, gençlerin beden hareketleri yapmasına izin vermişti. Korktukları olmamıştı.

Hatta o günden sonra, Sultan Abdülmecid’in oğlu Abdulhalim Efendi ve Sultan Mehmed Reşad’ın oğlu Ömer Hilmi Efendi de gençleri destekledi; sık sık onları ziyaret etti.

Sarayın desteğini alan gençler, 1903 Mart’ında Bereket Jimnastik Kulübü’nü kurdular.

İlk başkan da konağın sahibi Ferik Osman Paşa’nın oğlu Osman Şamil oldu.

O yıllar; Recaizade Mahmud Ekrem’in ölümsüz eseri "Araba Sevdası" romanında yazdığı gibi Batı özentili davranışların moda olduğu dönemdi. Bu dönemin gösteriş sembolü ise atlı arabalardı.

Bereket Jimnastik Kulübü’ne gençler arabayla gidip geldikleri için halk bunlara "arabalılar takımı" adını verdi.

Bereket Jimnastik Kulübü’nün kuruluş öyküsü böyleydi.

Takımın kaderini 31 Mart 1909 gerici ayaklanması değiştirecekti.

İlerici Hareket Ordusu’nun takımı

1908 Temmuz Devrimi’ne (II. Meşrutiyet) karşı çıkan yobazlar, İstanbul’da ayaklandı.

İsyanı bastırmak için (aralarında Mustafa Kemal’in de bulunduğu) Hareket Ordusu, Selanik’ten yola çıktı.

Osmanlı aydınlanmasının simgesi Hareket Ordusu’na Edirne’de de subaylar katıldı.

Bunlardan ikisi, Fuat (Balkan) ve Mazhar (Kazancı) adlı subaylardı.

İkisi de sporcuydu.

Fuat (Balkan) eskrim yapıyordu; Mazhar (Kazancı) ise güreş ve halterle ilgileniyordu.

İstanbul’daki gerici ayaklanma bastırıldıktan sonra bu ilerici subaylar, Bereket Jimnastik Kulübü’ndeki gençlerle tanıştılar. Onlara birlikte spor yapma fikrini götürdüler.

Sarayın "arabalılar takımı" teklifi kabul etti.

Ancak...

Devrimci subayların teklifiyle Bereket Jimnastik Kulübü’nün adı Beşiktaş Jimnastik Kulübü olarak değiştirildi.

Fuat’ın (Balkan) Beşiktaş Ihlamur’daki evinin altındaki yer, yeni kulüp binası oldu.

Zamanla sporcu sayısı arttı; Ihlamur’dan Akaretler’deki 49 numaraya gelindi. Bir müddet sonra da 84 numaraya taşınıldı. Gençler bu binaların arkalarındaki bahçelerde jimnastik, eskrim, güreş, halter, boks yaptılar. (Bu bahçelerin bazıları günümüzde İstanbul’un en gözde lokantalarına ev sahipliği yapıyor.)

Fuat’ın (Balkan) kulübe getirdiği ilerici subaylar arasında Dolmabahçe güvenliğinden sorumlu, eskrimci Yüzbaşı Şeref de vardı. BJK’nın eskrim takımının kaptanıydı.

Savaş kaybedilmiş ve İstanbul işgal edilmişti.

Dolmabahçede’ki son silahlı birlik ve yüzbaşı Şeref, manga manga tabancalarını hatta süngülerini İngiliz subaylara teslim ediyorlardı.

Birliğin sonu geldiğinde, İngiliz çavuş Şeref Yüzbaşıya bağırdı "Sör, tabancanız!" Şeref, hiddetle dönü, elinin tersiyle çavuşa vuracak oldu. İngiliz Binbaşı araya girdi ve "Tabancanız kalabilir ama mermileri boşaltınız yüzbaşı" dedi. Şeref, hiddetle tabancasını çekti. Ateş edebileceğini düşünen İngiliz askerleri, silahlarını yüzbaşıya doğrulttular. Şeref, altı patlarını gökyüzüne çevirdi, tambur pimini çekti, pirinç kovanlı ve uçları çentikli altı mermi iki metre yükseklikten yere boşaldı. Baba yadigarı, kabzası laz işi tabancasını kılıfına soktu, asker dönüşüyle birliğinin karşısına geçti.

Hazır olda bekleyen 120 asker, yumrukları sıkılı dişleri kenetli, galiçya’dan hicaz’a, trablusgarptan fizan’a peşinden gittiği o mert adamın ağzının içine bakıyordu.

Bir emir verse, evet o bir emir verse, bir avuç züppe İngiliz’i elleriyle boğabilirdiler.

“Şimdi, dağılıyoruz arkadaşlar. Sizleri 10 yıldır sabırla bekleyenlerin yanına gidin. Ama unutmayın! Bu iş daha bitmedi. Bu millet esaretini yenmek için, sizin gibi yiğitlere ihtiyaç duyacaktır. Haklarınızı helal eder misiniz?”

“HELAL OLSUN”…

Kan damlaları, Dolmabahçe’den Beşiktaş’a doğru birer metre aralıklarla Şerefi takip ediyordu. Neden sonra elinin kanadığını fark etti.

Dolmabahçe Sarayı, harem dairesinin ardındaki yüksek duvarın altında, omzundaki yıldızlı apoletleri söküp eline sardı. Kanı emen apoletin ipek örtülü yıldızları kıpkırmızı oluverdiler.

Şeref Bey sabahın yağmurlu hüznünde Beşiktaş'a vardı. Balıkçı kahvesinde oturmak istedi. Ancak, perişan halinin bir Türk askerine yakışmayacağını düşünerek diyerek sahile indi.

Oturup tekne altını tamir eden balıkçıyı seyre daldı.

Sırtına bir el dokundu ve irkildi. Kafasını kaldırdı. Biraz önce teknesini onarırken seyrettiği denizci bir şeyler söylüyordu. Ama Şeref, sanki sağır olmuştu ve onu duymuyordu. Sararmış dişlerine bakarak, anlamaya çalıştı söylediklerini.

"Asker ağa, asker ağa.”

“Efendim”

“Okuman yazman var mı dır?”

“Evet, hayır ola”

“Ağam be, teknenin adını yazsan olur mu?”

"Tamam, nedir teknenin adı?" "Kardelen."

"Sevgilinin adı mı?" "Hee, nerden bildin?"

Harp okulunda aldığı dersler ilk defa işine yaramıştı.

Osmanlıca bir kardelen şekline benzer, resmi andıran figürle yazdı Şeref.

"Ya çok güzel oldu, sana borçlandım be ağa."

"Bir gün ödersin, nerelisin sen?"

"İneboluluyum. İstanbulda’ki Rum meyhanelerine tuza basılmış torik getiririz. Teknenin altını vurdum feneri dönerken, onarıyorum. Kısmetse öğlen namazı yelken basacağım."

Yüzbaşı Şeref, Akaretler yokuşundan Osmanoğlu Konağı'na doğru yürüdü. Konağın kapısını müstahdem açtı. "Şeref beyim, hoşgelmişsin." BJK Divan Kurulu üyesiydi. Eskrim takımında kılıç hocasıydı ve futbol takımında kalecilik yapıyordu Şeref. Konağın ahşap merdivenlerini hışımla çıkıp çatıdaki malzeme deposuna girdi. Tabancasını çıkardı. Cepkenindeki enfiye kutusunu aldı eline. Kutuyu açtı, pamuğa sarılmış gümüş bir kurşun çıktı. Kurşunu tabancanın tamburuna sürdü, tamburu hızla çevirip kapattı. Kırlaşmış şakaklarına götürdü. "Affet" dedi. Tık... Boş. Tık... Boş. Tık, tık, tık... Boş.

Kapı hiddetle açıldı. Ahmet Fetgeri içeri girip tetiğe basmakta olan Şeref'in elindeki silahı kaptı. Şeref ağlamaya başladı.

"Ne yapıyorsun sen, delirdin mi Şeref?" "…

"Her şey bitti" dedi Şeref. "Daha değil" dedi Fergeri. "Dün akşam Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbul'u terk edip Anadolu'da mücadeleyi başlatmak için gemiyle Samsun'a doğru yola çıktı." "Nasıl giderim ben de" dedi.

Birden Kardelen geldi aklına. Kardelen vardı ya İnebolu'ya giden. Ayağa kalktı, sırtındaki battaniyeyi attı bir kenara. "Gidiyorum" dedi. Kapıdan çıkarken Fetgeri yetişti. "Dur be adam, bir helalleşelim." İki dost sarıldı. "Ha, unutmadan bu torbayı da al. Lazım olur" dedi Fetgeri.

Kardelen yelken açmaya hazırlanırken bir sesle irkildi genç denizci. "Tayfa lazım mı?" Gözleri ışıldadı gencin. Yüzbaşı, Fetgeri'nin verdiği çantanın düğümünü açtı. İçinde beyaz bir beze sarılı yuvarlak bir şey vardı. Gözlerine inanamadı. Bu top mahalli ligde gol yemeden şampiyon oldukları ve 'hatıra'dır diyerek sakladıkları Ertolhd marka, içten lastikli, pahalı futbol topuydu. Bir büyük dalga geçti üzerlerinden. Sonra bir daha, bir daha...

Tekne, denizin altında kaldı. Şeref, asker üniformasının ağırlığı ve çizmesine dolanan yelken ipiyle tekneye bağlı karanlık dibe doğru hızla batıyordu. Yarım dakika dibe hızlı gidiş, ayağından çözülen iple durdu. Bulanık denizde gözleri açık çırpınırken, yanından geçen beyaz bir şey gördü Şeref topa doğru uzandı, uzandı....

Kerempe Burnu'nda baygın yatan genç denizci ve yanında Ertolhd marka futbol topu dalgalarla birlikte salınıyordu...

Yıllar geçer ..

Ahmet Fetgeri'ye 1924 yılında bir hanım gelir ve torba bırakır. Ahmet Bey torbadan çıkan topa bakar ve sorar.

Nedir bu bacım?

Kadın: "İstiklal Savaşı'nda şehit düşen kocamın vasiyetiydi. Size vermemi istedi."

Ahmet Bey sorar: "Adın ne bacım?

Kadın yanıt verir: "Kardelen....


Görüntünün olası içeriği: 6 kişi

YORUMLAR

  • 0 Yorum