Romanya Devlet Başkanı Nikolay Çavuşesku, nüfusu ve beraberinde iş gücünü artırmak amacıyla 1966’da doğum kontrolünü ve kürtajı yasakladı. Devletin “adet polisleri” olarak bilinen jinekologları, doğurganlık yaşına ulaşmış kadınları muayene ederek, yeterli sayıda çocuk doğurmalarını güvence altına almaktaydı. Çocuk sayısı beşten az olan aileler ise, özel bir vergi ödemekle yükümlüydüler. Doğum oranları böylece birden fırladı.
Ancak akla gelmeyen bir sorun ile karşı karşıya kalınmıştı.
Çocuklarının bakım masraflarını karşılayamayacak kadar yoksul olan birçok aile, onları devletçe yönetilen yetimhanelere bırakmak zorunda kalıyordu. Buna karşılık devlet de hızla artan ihtiyacı karşılayabilmek için giderek daha fazla yetimhane açar oldu. Çavuşesku yönetiminin devrildiği I989’da, yetimhanelere terk edilmiş çocukların sayısı 170.000’i bulmuştu.
Yetimhanelerde de işler insanlık dışı bir biçimde yürütülüyordu. Küçük çocuklar, herhangi bir duyusal uyarana maruz kalmaksızın parmaklıklı bebek yataklarında tutuluyordu. Her on beş çocuğa tek bir bakıcı düşüyordu; bu bakıcılar da, çocukları ağladıklarında bile kucaklarına almamak, yakınlık ve şefkat göstermemek konusunda kesin talimat almışlardı. Yakınlık göstermek, çocukları daha da fazlasını istemeye yönlendirecekti. Böylesi bir ihtiyacın karşılanmasıysa, sınırlı sayıdaki görevliyle mümkün değildi.
Bu koşullar altında, işler sıkı bir disiplinle yürütülmekteydi.
Çocuklar, tuvalet ihtiyaçlarını yan yana dizilmiş lazımlıklarda hep birlikte gideriyor, saçları cinsiyet gözetilmeksizin aynı biçimde kesiliyor, hepsine tek tip giysiler giydiriliyordu. Beslenmeleri de yine sıkı bir programa bağlıydı. Sonuçta her şey mekanik hale getirilmişti.
Ağlamaları karşılıksız kalan çocuklar, kısa süre sonra ağlamamayı öğreniyorlardı. Kimse onları kucağına almıyor, kimse onlarla oynamıyordu. Temel ihtiyaçları giderildiği halde, çocuklar duygusal yakınlık, destek ve herhangi bir uyarandan yoksun olarak yaşıyorlardı. Bunun sonucunda çocuklarda “ayrımsız yakınlık” olarak bilinen durum gelişmişti.
Bu davranış biçimi ihmal edilmiş çocuklarda görülen başa çıkma stratejilerinden birine işaret eder Bu davranış biçimi, böyle bir kurumda büyümüş çocukların ayırt edici özelliklerinden biridir.
Sonunda bu yetimhanelerde yaşananlar uzmanların ilgisini çekti.
Çocuklar kişi ayırt etmeden herkese yakınlık gösterir hale gelmişti. Bu tür ayrımsız davranışlar ilk bakışta doğduklarından beri bu yetimhanelerde yaşayan, yaşları altı ay ila üç yaş arasında değişen 136 çocuk değerlendirmeye alındı.
İlk ortaya çıkan gerçeklerden biri, çocuklardaki IQ puanlarının, genel ortalamanın epeyce altında olduğuydu. Beyinlerinin yeterince gelişmemiş olduğunu gösteren davranışlar sergilemenin yanında, lisanla ilgili işlevler de geri kalmıştı.
Yetimhanede büyümenin beyin gelişimine etkisi, bilim insanları tarafından kısa bir süre sonra ortaya çıkarıldı ve hükumet politikaları bu çalışmalar ışığında yeniden biçimlendirildi.
Romanyalı kimsesiz çocukların çoğunluğu, yıllar içinde ya yeniden ailelerine teslim edildi ya da hükumetçe denetlenen programlarla evlatlık olarak verildi. 2005’e gelindiğinde, ciddi düzeyde engelli olanları dışında, çocukların iki yaşından önce bu tür kurumlara verilmesi yasaya aykırı hale gelmişti.
İnsan beyni, duygusal ilgi ve bilişsel uyaranlardan yoksun bir ortamda normal biçimde gelişemez. Bu yaşananlar, kimliğimizin biçimlenmesinde bulunduğumuz ortamın derin etkisini gözler önüne serer.
Dünyanın dört bir köşesinde hükumete bağlı yetimhanelerde yaşayan milyonlarca kimsesiz vardır. Olumlu bir yetişme ortamının, bebeğin gelişmekte olan beyni için gerekli olduğu gerçeğinden yola çıkarsak, hükumetler, çocuklara düzgün beyin gelişimini mümkün kılacak ortamları sağlamanın yollarını bulmak zorundadırlar....
HAYATIN İÇİNDEN HİKAYELER
YORUMLAR