Bugün İzmir’deki o evde yanarak yaşamını yitiren beş çocuğu düşündüm.
Büyüyebilselerdi nasıl bir hayatları olurdu acaba?
‘Acımasız kader’e teslim mi olurlardı, yoksa direnir, zincirleri kırar, kötülüğe inat ‘başarırlar mıydı’?
Birçok suçtan sabıkası olan anne ve babalarının hayatını mı devralırlardı, yoksa onlara da yeni bir hayat mı verirlerdi?
Ya Narin?
Öldürülmeseydi, o köydeki suskunlardan biri mi olurdu yoksa köyün sınırlarını aşar, ne bileyim bir doktor, bir mühendis, bir öğretmen olarak fayda mı sağlardı?
İki alternatif…
Ya bir cenin gibi hiç doğmamış gibi başını annenin rahmindeki gibi eğip düğüm olacaksın,
Ya da hayatın zarını yırtıp ‘ben de varım’ diyeceksin.
Ne zor… Herkes böyle doğmuyor oysa.
Eşit değiliz ki.
Her gün bir ya da birkaç çocuğu koruyamadığımız için mezara verdiğimiz ülkemizde düşüneceğimiz söz Albert Camus’nün sözüdür: Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.
Biz nasıl ölüyoruz peki?
İhmalden mi?
Yoğun bakım ünitesindeki çetelerin eline düşerek mi?
Kocamızın cebinden çıkan bıçakla mı?
Mafyanın silahından çıkan kurşunla mı?
Açlıktan mı?
Soğuktan mı?
Bayram dönüşü bir trafik kazasında mı?
İşe giderken metrobüs çarpıştığı için mi?
İskele çöktüğü için mi?
Görmememiz gerekeni gördüğümüz için mi?
Çocuğumuzun beslenme çantasını dolduramadığımız için mi?
Sahte ilaçtan mı?
Kullanım tarihi geçmiş gıdadan mı?
Kederden mi?
Kaderden mi?
Niye ölüyoruz biz?
Görevi yaşatmak olanlara soralım mı?
Niye ölüyoruz biz?
MUSTAFA ÖZBEY
YORUMLAR