Hazırlayan: Timuçin MERT
Şehitlik bizler için en kutsal mertebelerden biridir. Vatanı için hiç çekinmeden canını vereni "şehit" kabul ederiz. Şehitlerin de öteki dünyada herkesin uğrayacağı sorgu sualden muaf tutularak cennete gideceklerine inanırız.
Elbette bu bir inanıştır. Kimse birini "şehit ilan edemez" ancak şehit olduğuna inanır, ona karar verecek asıl büyük güç başkadır.
Şehitlik en yüksek kutsal mertebe olduğuna göre bunun türleri, dereceleri de olamaz.
Oysa bizde göstermelik bir Müslümanlık yarışı yaparak dini sömürenler şehitliği de kirletmeyi başardılar. Önce devlet vatan savunması ya da teröre karşı mücadele ederken şehit olanlarla 15 Temmuz'da ölenleri ayrı kategorilere koydu. 15 Temmuz şehitlerinin ailelerine, diğer olaylarda şehit olanların ailelerine verilenden çok daha fazla tazminat verdi ve maaşa bağladı. Şimdi de AKP himayesindeki bir üniversite 15 Temmuz'da yitirdiklerimizin çocuklarına yüzde yüz burs verme kararı aldı. Aynı üniversite diğer şehitlerin çocuklarına ise yüzde 50 burs veriyor.
Bu "benim şehidim-senin şehidin" ayırımından başka bir şey değildir. Gerçi YÖK duruma müdahale etti ve "Bu tür davranışlardan kaçınılması gerek" dedi ama bakalım o yandaş üniversite buna uyacak mı?
"YÖK açıklamasından sonra bu üniversite uygulamadan vazgeçebilir. Ama ne fark eder ki, bu ayırımı yaptıktan sonra hatadan dönülmüş dönülmemiş, önemli olan bu ayırımcı zihniyetin, şehitliğin bile kirletilmesinin ortaya çıkmasıdır" derseniz, haklısınız tabii.
Can Ataklı Korkusuz
***
"Umarım 15 Temmuz'a kadar şunları öğreniriz"
--------
- MİT Müsteşarı'nın beklediği saldırı nedir ve kimden geleceği tahmin edilmektedir?
*
- Koruma Müdürü, MİT Müsteşarı'nı, Cumhurbaşkanı'na niye bağlamamıştır?
*
- Koruma Müdürü, MİT Müsteşarı ile yaptığı bu konuşma hakkında Cumhurbaşkanı'na ne zaman bilgi vermiştir ve ne bilgi vermiştir?
- Verdiyse Cumhurbaşkanı darbe girişimini niye eniştesinden öğrenmiştir?
*
- MİT Müsteşarı aynı bilgiyi niye bağlı olduğu Başbakan'ın koruma müdürüne de vermemiştir?
*
Umarım Cumhurbaşkanı bu soruları da sormuş ve tatmin edici cevaplarını almıştır. Alıp tatmin olduysa mesele yok.
Biz de "Devlet sırrı" deyip geçeriz.
Ertuğrul Özkök Hürriyet
***
"Ekmeleddin" kolaycılığına düşmezseniz başarırsınız
---------
Özgürlükler rejimini bir araç olarak gören ülkenin egemeni, zamanın artık geldiğine karar verip de demokrasi tramvayından inip, adalet de kaldırımlara düşünce, elinde demokrasiden başka direniş aracı olmayan muhalefetin lideri de insan onurunu, özgürlüğü ve adaleti de sokakta aramak zorunda kalıyor; mecburen yollara düşüyor.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun durumu budur. (...) Kemal Kılıçdaroğlu sokağa inmemiş, indirilmiştir.
(...)
Kılıçdaroğlu Adalet Yürüyüşü'nün bir başlangıç olduğunu söylüyor.
Başlangıç, evet, ama zor bir sürecin başlangıcı...
Demokrasi isteyenler devletin üç erkinin de karşılarında olduğunu bilmek zorundadırlar. Dördüncü erk medyanın da aynı durumda olduğunu zaten her gün yaşayarak görüyorlar.
Karşıtlarının alanı geniş, kendilerinin alanı dardır ve oyunun kuralını da karşıtları koymakta, her sıkıştığında kuralı kendi yararına değiştirmektedir.
Ama demokrasilerde çare tükenmez deyip çareleri tüketmeden yeni çareler, yeni direniş yöntemleri bulmak zorunludur.
Ancak el birliğiyle, güç birliğiyle başarılacak güç bir iştir bu.
Tek düzeliğin ceberutluğuna karşı verilen savaşım tabii ki, çoğulcu olacaktır.
Bunun için herkesin kendi kimliğini koruyarak, saptanmış ortak alanlarda birleşmeyi becerecek olgunluğa erişmesi lazımdır.
O da fiyaskoyla sonuçlanan "Ekmeleddin" kolaycılığıyla sağlanabilecek bir sonuç değil...
Ali Sirmen Cumhuriyet
***
"Adalet" var mı ki; yürüyüş sona ersin
-------
...İnsanlar "kendi kafalarına" göre bir hukuk anlayışı ile hareket ediyorlar.
Verilen kararlar kendi kafalarına uygunsa kabulleniyorlar, değilse bir bardak suda fırtınalar koparıyorlar.
Ve hasımları tutuklu ise onlara karşı yapılmış olan haksızlıkların görmezden gelinebileceği yolunda fetva veriyorlar.
(...) Böyle bir ortamda sokaklardaki "adalet arayışının" sona ermesi beklenebilir mi?
Zeki Ceyhan Milli Gazete
***
Vicdan ve adalet!
***
Önceki Başbakan Ahmet Davutoğlu, Ramazan'daki bir konuşmasında:
- "Büyük Türkiye'nin inşası için, ilk önce devlette vicdanı, adalet, merhameti inşa etmeliyiz.
- Ehliyeti, liyakati bürokrasiye hâkim kılmalıyız,
- Yanlış bir şey yapıldığında susmayan ve cesaretle konuşan ilim adamları yetiştirmeliyiz" demiş...
Çok güzel söylemiş! Güzel ama BOŞ söylemiş tabii!
Bunları, Başbakan olduğu yıllarda söylemeli ve yapmalıydı. Şimdi "Atı alan Üsküdar'ı geçti!" diyorlar. Vicdan, adalet ve merhamet sözcükleri sadece lügatlarda kaldı!
Rahmi Turan Sözcü
---
Bayram kazası!
***
Bayramların ve yaz başlarının değişmeyen haberleri...
"Trafik kazalarında yüzden fazla insan öldü."
"Sıcaklarla birlikte boğulmalar başladı, üç günde 20 kişi boğuldu."
Trafikte onca tedbirler... Bölünmüş yollar... Hız sınırları fayda etmiyor... Her bayram belli sayıda vatandaş trafik kazalarında can veriyor...
Sıcaklar başlayınca tonla insan denizlerde, göllerde boğuluyor...
Batı dünyasında böylesine kazalar olmuyor... Bu kadar insan ölmüyor...
Ülkemizde ve Doğu dünyasında ise bu tür ölümler adeta kader...
Neden? Çünkü Batı kültürünün temelinde bilimsellik ve akılcılık yer alıyor.
Batılı günlük hayatı bu esaslara göre düzenliyor. Geleceği bu esaslara göre planlıyor.
Doğu'da ise her şeyi Tanrı'nın düzenlediği düşüncesi egemen
İnsanoğlu doğaya egemen olmayı ikinci plana atmış.
Kadercilik egemen olmuş...
Melih Aşık Milliyet
Kaynak: Şehitliği bile kirletmekten çekinmiyorlar YENİCAĞ
YORUMLAR